28 Eylül 2016 Çarşamba

Onu Bunu Geçtim

En son denizde yüzerken yutmustum sanırım bu kadar tuzu.
Yahut can gox dinlerken emin değilim.
Şiir yazarken miydi yoksa?
İkisi de aynı andaydı belki.

Ama bu gece bir rahat birakmiyorlar kalemimi,
Biraksalar tuz golü yapıcam Ankarayı.
Kızıyorum her şeye,
Ne diye burda bu gökyüzü, yıldızlar felan.
Neşeli neseli dans eden bu kahrolası yakamoz ne diye vuruyor göz pınarlarıma.
Ateş böceklerinin gülünç ışıkları ne diye parlıyor.
Rahat bırakın lan adamı,
Bırakın beni, bırakın üzüleyim bu gece. Üzüleyim düzelecek gibi değilim.
Sıradışı bu göz yaşlarım dizilecek gibi değilim.
Çok vicdan kanatıcak bu uykusuzluk,
Bu gece ben sevilecek gibi değilim.
Ben aslında hala çocuğum biraz,
Konusulacak gibi değilim.
Susacak gibi de değilim.
Peki sevilecek miyim eskisi gibi?
Merak ediyorum çok muydu diyemedikleri,
Dediklerinin etkisi gibi.

Kim ne derse desin hep diyorum
Sevmek,
Sevmek, eski bir kahve taburesinin üstünde başı eğik durmaktır kahpe bir karanlıkta,
Ve sevilmek bir bardak çaydır size durmanızı söyleyen...

Çay çek erdal abi diyorum bazı geceler.
Yalnız bırakmaz artık beni bir dem sevdam var.
Bardakları ıslatır göz yaşım korkarım, gözümde bir gem vurgun var.
Sığamıyorum hic bir yere, sorsan sokak dar.
Ama bilsen ne taşıyorum içimde,
Neler taşıyor ordan.
Bilsen neler yaşıyorum,
Kimler yaşıyor orda.

Neler yazıyorum ay ışığında.
Hadi onu bunu geçtim.
Yaktım bin sayfa şiiri yanımdan hiç ayırmadığım çakmağımla,
Ben göz yaşlarımı kurutuyorum parlak telefon ekranlarında,
Canı yanmasın üzülür diye oynatmıyorum gozlerimi, dokunsam durmuycaklar.
Islak elmacık kemiklerimin hakkını en iyi sevgim verir sanırım.

Hadi onu bunu geçtim
Bugün de, bugün kaçarım istedigin yere,
Yok sayarım hayatımı,
Varsaysinlar ki derim, bir kahve köşesinde elinde boş bi çay bardağı sebepsiz kapatmis gözlerini, bir dostları bir kardesleri varmis bir zaman.
Bir senden geçemem ben, bir de gamzelerinden.

Hadi onu bunu geçtim güzel kız.
Ben ne ara aşık oldum sana bu kadar?
Gitmekle sevmek arasındaki o kalın çizgiyi ne ara daralttım ben bu kadar?

Anladınız artık işte yine geçtim onu bunu.
Ne diye sevmedim ki ben bu soğuğu bu kadar?
Belki de kalbindir bir kış günü cereyan yapan kalbime.
Yahut belki masumdur mevsimler...

23 Eylül 2016 Cuma

Unutulmuş Yıldızlar Üzerine

Sivri bir savaşın en zirvesine açtı gözlerini çocukluğum,
Ve nerde ne söylense delil edildi aleyhime.

Hayallerimi yıktılar, unutulmuş bir şehirde daha büyüklerini kurdum.
Bir gün pisman olsunlar diye.
Belki bir hapishane kosesinde,
Belki de ecnebi diye zikrettiğim baska bir yerde,
Baska bir bedende ben,
Yeniden doğdum.

Ve yine kimlerin yüzüne tükürdüm kim bilir,
Kaç can aldı masumiyetim.
Biliyor musun? ben sahiden de bilmiyorum,
Kaç tembelin hakkını yedi birbirine kattığım gecem gündüzüm.
Ne diye sukut şu dilim, hala açıkken gözüm.
Bilmiyorum,
Anlatamam açık dilli körlere renklerin lezzetini, belki ben de bilmiyorum.
Ve ne yazdıysa tozlu hatıra defterim parçaladım silgiyi,
Tek bir satır silmiyorum.

İnsanlar dostlarım bazen görmek istediklerine inanırlar.
Ve bazı geceler gitmiş sanarlar gökyüzündeki yıldızları,
Dilekler bile dilerler kayanlar üzerine.
Oysa şehrin sisli öfke bulutlarıdır bu gece vakti gok yüzünü kaplayan.

Ve bir gün gecenin en siyahında,
Nerden geldiğini anlayamadıkları
Adını bile unuttukları uzun bir yıldız kumesi kaplar gökyüzünü.
Aydınların ışık verdiği karartılmışlar aydınlatır memleketi bir gün.
Ve iste o gün,
Kayıp düşen yıldızlar bir kosesinden dünyanın, gök yüzünü izlerler

Vedalasmamiza izin vermediler bizim, biz de gerek duymadık...

19 Eylül 2016 Pazartesi

Dört mevsimli yıllar

Kış sabahlarının ayaz rüzgarları,
Bir bir dökülen güz yaprakları penceremden.
Ve bir yaz yağmuru, ahmaklığımı ıslatan,
Ben,
Ve ilk baharımın ilk şaşkınlığı.
Üç günlük dünyada,
Dört mevsimdi yıllar.

Toprak kokulu seher vakitleri,
Kaynamış çaylar,
Yok artık deminin soğukluğu,
Bir iki bardak içimi ısıtan,
Ve üç günlük dünyanın
Dört mevsimli yılları.

Yarına kalmış bu dünün işleri,
Ölümsüz sevgilerim,
Kuruttuğum güller,
Telaşa gerek yok.
Bir gün yirmi dört saattir,
Ve nasıl olsa yaşarız bir gün.
Hem, üç günlük dünyada,
Dört mevsim bu yıllar.

Sayılı nefeslerim,
Rakam rakam gelen son.
Ve hayat,
Dört mevsimli yılları
Üç günlük dünyanın.
İki çift laf edemeden
Bir bir silinen dostları.

Ve ölüm,
Basit bir çarpma
Sonucu bilinmez dünyada
Ama istisnasızdır,
Kim göçerse göçsün
Elde kalan hep sıfır.

Takvimler

Bir kenara birakalim şu günleri artık.

Her takvim yaprağında ayrı aşık olayım sana,
Koparmaya kıyamayım geçen günleri.
Yüzünü kazı aklıma takılıp kalayım sana,
Koklamaya kıyamayım gecerken gulleri.

Sahi ne kadar düşünmeli seni?

Bir gün yirmi dört sen midir mesela?
Bi gezegen ismi versem,
Kaç uydusu olurdu bu güzelliğin?

Sadece cumaları mı okunur sela?
Dünyaya gözlerimi versem
Kaç can alırdı güzelliğin?

Sözlerimi dersem,
Kaç?

Seviyorum dersem,
Kaçma!