30 Nisan 2015 Perşembe

Ebedi maşuk'a

MEKTUP
Çalınırken çalgılar tüm gürültüsüyle, bastırmak için gömülen kız çocuklarının feryadını. Yanarken sönmeyen ateş belki de cehennemin habercisi olarak. Tapılırken şu karın doyurulan aciz putlara bir ümide sarılmak için. Ve satılırken şu masum köleler şehrin göbeğinde bir eşyaymışçasına. Sen geldin.
Sen geldin, ama sıradan bir geliş değildi seninkisi. Ebedi bir sukut perdesi edasıyla geldin bütün çalgılara. Söndürdün yıllardır sönmeyen o meşhur ateşi ve anlattın insanlara cehennem sıcağının şerrini cennet serinliğinin yanında, kaldırdın Allahın evindeki tüm putları. Kırdın zincirlerini bütün kölelerin.
Sen geldin, bahar geldi kainata, yıllardır çocuk kanı kokan topraklarda çiçekler açtı, sana hasret kalan güneş bir başka yaydı ışığını, içkinin nahoşluğundan körelmiş burunlar doydu senin gül kokuna, çirkinliğin kör ettiği gözlerin sönmüş ferleri yeniden canlandı ve hayat sarhoşluğundan bitap olmuş ruhlar huzur buldu seninle.
Yaydın rabbinin ismini küre-i arza ve sonra her fani gibi tattın ölümü ve emanet ettin sancağı en başta  dört büyük halifeye ve sonrasında tüm ümmetine. Peki biz bu emanete sahip çıkabildik mi? Yaşayabildik mi kuranı? Duyurabildik mi dünyaya Allahın dinini layığıyla?
Ey kainatın ahlak deryası, ey aşıkların ebedi maşuğu, dualarımın başı ve sonu, ey hak abidesi, kelimelerle yüceltemediğim ve kelimelerimi yüceltenim, sultanım sana seslenebilme ümidiyle aldım elime kalemimi duy bu feryadı figanımı.
 Hani diyor ya Dursun Ali Erzincanlı "Sen yoktun sultanım" işte tam da budur belki de tüm sıkıntıların asıl sebebi. Yokluğun unutturdu insanlara kamil insanın nasıl olması gerektiğini.
Yokluğunda çok şey değişti sultanım. Kainata gösterdiğin o haya duygusunun ne olduğundan bihaber bir gençlik yetişiyor biçare anne babaların elinde. Küre-i arz'ın anlamını senden öğrendiği hak ve hukuk kavramlarını değiştirmeye çalışıyor birileri yokluğunda. Ümmetin olduğunu ümit eden bizler biçare kalmışız Müslüman kardeşlerimizin bir Yahudi çizmesi ile ezilmesi karşısında. Sokakta gördüğümüz dindaşımıza dahi eksik etmezken bir selamın aleyküm lafzını, sana salat selamı bir tek nisanlarda hatırlar olmuşuz. Doldururken raflarımızı New York Times'ın çok satanları ile, kaldırmışız Allahın kelamını evin unuttuğumuz köşelerine. Aç yatarken kardeşlerimiz biz tokluktan yatamaz olmuşuz geceleri. Hayat koşturmacasından vakit bulabildiğimiz zamanlara ayırmışız namazlarımızı. Uykuya tutturduğumuz orucumuzu Halil İbrahim Sofraları ile açar olmuşuz, daha 2 sokak ilerimizdeki sokak çocuğu bir zeytin tanesi bulamazken. Hayatın adaletine hayıflanır olmuşuz daha girdiğimiz hakların muhasebesini yapmadan.
Yetiş ey sevgili. Kurtar şu aciz ümmetini şeytanın kıskacından. Çek al bizi bu Müslüman kanı dolu bedbaht tarihimizden. Hayat deryasında kaybolan bu başıboş sandala -nefislerimize- nurunla rehberlik et bizi refaha erdir. Göster şu yüzün suyun hürmetine yaratılan kainata hakkın hukukun tanımını. Biraz olsun anlat bize nedir Kuran'ı yaşamak. Fark etsin ümmetin bu dünyaya gönderiliş amacını. Şu senin adını yazmak için kalemi tutan ellerimden düşürme Allahın kelamını. AMİN...

Tarık Gönen

22 Nisan 2015 Çarşamba

Mesela Yani

Bir sokak şarkıcısıyımdır ben açmışımdır gitarımın kabını, sermişimdir yere çalıyorumdur gitarımı sokaklar boyu. Kabıma girecek olan ve gidip simit çay yapacağım üç kuruş para için çalmıyorumdur yanlış anlamayın ben çalıyorsam kendim için çalıyorumdur.
Sokak için çalıyorumdur, üzerinde koşuşturup duran insanlar için değil.
Şu hayatın zorlamasına karşı gelen ve çalamayan ve sırf çalamadığı yahut çalmadığı için aç kalan çocuklar için çalıyorumdur, küçüklüğü pop cehennemlerinde geçmiş üç beş şımarığın kulaklarının pası silinsin diye değil.
Çalıyorsam ben, her gece elinde bir gazete kağıdına sarılı içkisi ile sokakların en büyük dostu kaldırımlarda öylece yığılan amca için çalıyorumdur, şarap kadehlerini eskitenler için yıpratacak değilim gitarımın tellerini.
Çalıyorumdur her gece kızılayın ortasında ben. Varsın kimse bilmesin, kimse görmesin, bir ben bileyim bunu, bir ben varayım notaların zevkine gecenin karanlığında, Ankara'nın ayazını bir ben hissedeyim kulaklarımda. Alçak düşünceler belki bunlar, olsun benim düşüncelerim.

Yahut çalmıyorumdur, belki de hiç çalmamışımdır. Belki de sokak üzerinde koşuşturup duran, şarap kadehlerini eskitirken çalgıcının kabına bir simit parası atmayı ihmal etmemiş üç beş şımarıktan biriyimdir. Hem ne olmuş ki kürk mantomu çıkarıp da hissetmemişsem Ankara'nın ayazını, benim düşüncelerim temiz...

Can Sıkıntısı

Yine canım sıkıldı, atıyorum kendimi Ankaranın ayazında, yağmurunda hiç bilmediğim sokaklara ve bana yabancı kaldırımlarda atarken ağır ağır adımlarımı geçiriyorum içimden "acaba bunlar da diğerleri gibi taş mı kesilecek kasvetimden". Dilimin baskısına karşı koyamayan ayaklarım, akan bir burun ve kızarmış kulaklarla atıyor beni elektrik israfından kaçınmamış şahsalı bir Maraş dondurmacısına. Her zamanki gibi çikolatalı alıyorum dondurmamı ve çıkıyorum geride nefis uğruna bırakılmış bir bir lira bırakarak. Damlarken üzerine rahmet taneleri dondurmamın, eriyen ve elime dökülen kısmı dahi umurumda olmuyor. Hiç bir şey düşünmüyorum sanki sonsuz bir boşluk var beynimin olması gerektiği yerde. Canım sıkkın olunca hiç bir şeyin tadı yok -evet dondurmanın dahi-

Garip şey şu sıkkınlık. Bağırmak istiyorum fakat lügatim kapatmış kapılarını ses tellerime. Çağırmak istiyorum fakat kimse gelmiyor aklıma. Dağılmak istiyorum belki düşünmem diye fakat bir bakıyorum ben zaten dağılmışım. Yaşamak istiyorum fakat görüyorum ki sevincinden dahi eser kalmamış içimde. Allah Kimsenin başına vermesin.

Yemin

Yemin dahi ederim gecenin ve yıldızların sonsuzluğunda.
            Bitmez kalbimin Harik-i Kebir i yokluğunda.
Zamansız bir istek var içimde "ah yanımda olsan".

            Gel gör ki varlığın da yetmiyor yokluğun da.

Karadeniz ve sen

En az senin kadar kıvrımlı bardağıma koyduğum çayımla oturmuşum yine en az senin kadar hırçın Karadeniz'in. karşısına. Kıvrılan dalgalar en az senin kadar mütevazi, köpükler en az ellerin kadar beyaz, dolunay en az senin kadar parlak. Bir an aklımdan çıkar mısın ki diye düşünürken ne bakışlarının enginliği ne de gözlerinin maviliğini bulabildim bu denizde.

Anladım ki bu kadar güzelliğin bir arada zuhur edebildiği tek yer Zatın.

Gel

Gel bu gecenin karanlığında,
            ışık saçan bir çift gözün olsun.
Gel bu gizliliğin suçluluğunda,
            bir tek kalbinin masumiyeti olsun.

Bu ayazın soğuğunda bırakma,
            bu sensizlik koğuşuna mahkum etme beni.
Titrerken yokluğunda tüm hücrelerim gel.

            Tut şu aranıp duran korkak ellerimi.

Ey Aşk

Ey aşk dedikleri çile abidesi...
Ya bul beni son ver bu arayışa,
yada deva ol şu kalpte yarattığın fuzuli boşluğa.
 Ya son ver şu cana şerbetinle,
yada kalmasın zehrini tatmayan fani.
Ya konuştur şu vehminde sessizliğine bürünmüş şairleri,
yada konuş dur şu ilhamını tadamamış maşuklara.
Ya al beni benden bırakma bu vefasız ellere,
yada al kendini benden sükun düşsün ellere.
O eller ki bir seni yazmış bir sana kızmış,

bir sana varmış yada belki bir senle varmış.

Sevdikçe Seviyorum

Temmuz ortası kar yağıyor yüreğime
Yokluğunda titriyorum.
Ateşinden kuş konmuyor üzerine,
Harekinde yanıyorum.
Yüzün doğuyor güneş misali düşlerime,
Nurundan sanıyorum.
Ebed perdesi inmemişken hazır gözlerime,
Gözlerine dalıyorum.
Hayat veriyor adın sözlerime.
Kim bilir belki de, sayende yaşıyorum.
Ne var sende bilemedim.
Sevdikçe seviyorum,
Sevdikçe seviyorum...

Sevmeyeceksin arkadaş

Sevmeyeceksin arkadaş, sevmeyeceksin.
Herkes severken ve seni bunun güzel bir şey olduğuna ikna etmeye çalışırken sevmeyeceksin. Hayat akıp giderken debisi ölçülemeyen bir akarsu misale sevmeyeceksin. Yitirirken her geçen gün hayat senin için anlamını sen hayatını bir kenara koyup sevmeyeceksin. Bir vefasız için karartıp gecelerini hıçkırıklarla sevmeyeceksin. Sırf sevmiş olmak için de sevmeyeceksin sırf ölmüş olmak için de. Hele hele seni sevmeyen birini hiç sevmeyeceksin. Sevgiye muhtaç bin tane yetim varken şu dünyada sen gidip de sırf Allah güzel yaratmış diye birini sevmeyeceksin. Ha illa da seveceksen neden sevmedi diye de sövmeyeceksin.

Sevmeyeceksin arkadaş sevmeyeceksin.

Şu hayatta bir onu sevmeyeceksin bir de çay şekerini ikisi de ne tat bırak ne bir şey hayatta da çayda da.

Eğitimli kuklalar

Eğitimli kuklalar arasında geçen hayatım hep dışarıda tutulmayı gerektirdi bana. Denileni yapan, düşünceden soyutlanmış bitkisel hayattaki beyinleri ile sistemin bir parçası haline gelen kuklalar arasında.
Mesela herkes sınav kazanmayı bir değer olarak görürken ben onun bana getireceklerini görüyordum. Çok para kazanmak isterken herkes ben doyasıya harcayabileceğim kağıtlarım olsun istedim arkadaşlarımla. Sistem "yok yazılma" dedi derste ve insanların bu uğurda doldurmaya başladılar sıraları, bense sadece öğrenmek için gittim. Hoca "Çıkanı yok yazmayacağım" dediğinde sınıfın yarısından çoğunun boşalmasının nedeni de budur sanırsam.
Ben eğitimli kuklalar arasında kalan -kimine göre- bir  anarşist olarak iddia ediyorum ki "her insan topraktan gelmemiştir zira ancak odun olabilir bir kuklanın ham maddesi."
Tarık Gönen

Değmez Hayat

Ağlama değmez hayat bu gözyaşlarına.
Yaşamak gebedir yeni son buluşlara.
Yine dizilmiş millet musalla taşlarına.
Kim bilir kaç vakit var senin namazına.

Ey cahil! bil değerini hayatın,
zira son demlerindesin sebatın.
Arkasında ol ki verdiğin kararın,
fuzuli fuzuli akmasın gözyaşların.

Tarık Gönen

Sıkkınlık

Yine canım sıkıldı, atıyorum kendimi ankaranın ayazında, yağmurunda hiç bilmediğim sokaklara ve bana yabancı kaldırımlarda atarken ağır ağır adımlarımı geçiriyorum içimden "acaba bunlar da diğerleri gibi taş mı kesilecek kasvetimden". Dilimin baskısına karşı koyamayan ayaklarım, akan bir burun ve kızarmış kulaklarla atıyor beni elektrik israfından kaçınmamış şahsalı bir Maraş dondurmacısına. Her zamanki gibi çikolatalı alıyorum dondurmamı ve çıkıyorum geride nefis uğruna bırakılmış bir bir lira bırakarak. Damlarken üzerine rahmet taneleri dondurmamın, eriyen ve elime dökülen kısmı dahi umurumda olmuyor. Hiç bir şey düşünmüyorum sanki sonsuz bir boşluk var beynimin olması gerektiği yerde. Canım sıkkın olunca hiç bir şeyin tadı yok -evet dondurmanın dahi-


Garip şey şu sıkkınlık. Bağırmak istiyorum fakat lügatim kapatmış kapılarını ses tellerime. Çağırmak istiyorum fakat kimse gelmiyor aklıma. Dağılmak istiyorum belki düşünmem diye fakat bir bakıyorum ben zaten dağılmışım. Yaşamak istiyorum fakat görüyorum ki sevincinden dahi eser kalmamış içimde. Allah Kimsenin başına vermesin.
Tarık Gönen

Sana Yazdım

Geceyi sana yazdım ben,
bu yıldızları, bu göğü,
bu ayı, bu söğüdü.

Güneşi sana yazdım ben,
her duyan güldü,
yaklaşanlar öldü.

Aşkı sana yazdım ben,
sandım günüm döndü,
fakat hayat sürdü.

Bunları şiiri sana yazdım ben,
kimisi gördü,
kimi fazla kördü.

Ateşi sana yazdım ben,
benden kalan küldü,
mecnuna okyanus dahi çöldü

Tarık Gönen

Takdir edilmek

Alkışlanmak ister insan, yada en azından takdir edildiğini görmek. 
Konuşma yapan bir insan alkış bekler mesela -10 kasım konuşmacıları dahil-. 2 saat mutfakta kalıp yemek yapan bir anne için ise şöyle içten gelen bir "eline sağlık" lafı yeterlidir. İnsan yaptığı işten takdir aldığında memnun olur çünkü tam da böyle zamanlarda çıkar hayatınız standart olmaktan. Takdir beklemeyen insanlar hayatları boyunca standart yaşamaya mahkumdurlar tıpkı kaybedenler kulübünün hiç okunmayan kitaplar basıp hiç dinlenmeyen bir radyo programı yapan ve her günü standart geçen Kağanı gibi. Başarıyı getiren çabadır, sürekliliğini ise hırs sağlar.

Bağımlılık yapar takdir, bir kez tattınız mı bir daha istersiniz ve bir takdir daha almak için hırs yaparsınız ki bu da başarınızın sürekliliğini sağlar. Hiç takdir almamış insanlarsa hırs yoksunudur ve kısa sürelidir böylelerinin hayat başarıları -Tabi eğer buna başarmak denirse-. İşte tam da o rahat koltuklarında bir şey başarmışçasına oturup bizi, hırslıları alkışlayacak olanlardır bu insanlar.

Bırak ellerin elleri yorulsun uğrunda.

                2 kişiye yer yok bu sahnede, oyunda.

Tarık Gönen

Hatalar

Hayat bazen birini çıkarır karşına farkına dahi varamazsın, yahut varsan da anlayamazsın değerini, kırarsın dikenini güllerinin. Hayat bazen birini çıkarır karşına bir şans verir ve sen sadece yanından geçip gitmesini izlersin. Verdiğimiz küçük, ani ve bazen aptal kararların hayatımızı ne kadar etkilediğinin farkında olsak kim bilir belki de kafayı yerdik. Mr. Nobody filmini izleyen arkadaşlar anlamıştır sanırım ne demek istediğimi. Birine söylediğiniz küçük bir söz yahut kaçırdığınız bir tren hayatınızı çok köklü değiştirebilir, on yıl sonra alacağı bir evlenme teklifini şimdiden reddedenler gördüm ben mesela hem de farkında olmadan. Böyle şeylere kader deyip geçmemek lazım "haşa kadere inanmadığımdan değil" ancak kader bizim kararlarımız doğrultusunda yön bulur.

Hani derler ya bir şeyi yapmadan veya söylemeden önce iki kere düşünün diye. Siz iki kere düşünmeyin on kere düşünün, yirmi kere düşünün, etraflıca bir düşünün. Hayatınız yanlış bir yöne girmesin diye her kararda düşünün. Kendimden örnek verirsem önceden çok düşünmezdim ben kararlarımda fakat sanırım hayatlar değil hatalar oldu beni pişiren. Bazen ah ulan şu ağzın bir kilidi olsa da vursam diyorum yahut şu ellerim klavyeye dokunmasaydı çoğu zaman. Keşkelerle geçiyor işte hayat bize düşense kendi paralel evrenimizde diğerleri yokmuşçasına yaşamak oluyor.


Hatalardan korkun "özellikle de sizi etkileyeceğini düşündüklerinizden."

Tarık Gönen

Değişmişsin sen

Gündüzleri kapımın önünde sararmaktan sıkılmış yaprakları uçuşturan rüzgar kadar sakin ve sessizdin ne oldu sana? Ben mi değiştirdim seni?
Bakmaya doyamadığım deniz gözlerin sanki daha bir fırtınalı artık, değişmişsin sen.
Kalemini ödünç alırken dahi elime yaklaştırmaktan utandığım ellerin sanki aranır olmuş elleri, değişmişsin sen.
Kokusu yayılır olmuş artık gül yüzünün gizlememişsin dahi, sen sen değişmişsin.
Açmışsın kapılarını sonuna kadar kapattığın kalbini başkalarına ben daha bir tak tak sesini vermek için korkarken.
Başkalarının sözde" hayatım"ı olmuşsun, uğrunda bertaraf olmuş hayatım umurunda dahi olmamış.
Kuru bir seni seviyorum demek gerekirmiş inanman için, göz göre göre inanmamışsın seni yaşadığıma, değişmişsin sen.
Değmemişsin sen hiç bir şeye, ellerin ellerine değerken ellerin anladım bunu. Değerken saçların başka omuzlara ve düşerken boynun, değmemişsin sen senin için yaptığım onca şeye, boynumun ne zaman düştüğünü dahi hatırlayamadığım o uğrunda geçirilmiş uykusuz gecelerin hiç birine değmemişsin.
Sen bir tek kalbime değmişsindir, o da bilmeden.
Zaman geçince anlıyor insan değişen sen değilmişsin, değişen kalbimin sana baktığındaki ritmi olmuş ve her şey değişmiş yahut geçmiş.
Geçmiş saçının parlaklığı.
Geçmiş gözlerindeki ufuk.
Geçmiş yüzünün mahremiyeti.
Geçmiş...
Ve işte benim yüreğimi asıl yakan şey de geçmiştir. Ne kadar aksini desem de o hala geçmemiştir.
Geçmiş, aslında hala geçmemiş.


19 Nisan 2015 Pazar

Mekanıma kavuştum 2

Bugün mutlu yazıyorum, ilk defa belki de.
Kederlerime kilit vurdum, bugün hepsi hapiste.
Bak nasıl da dökülüyor sözler tek nefeste.
Şairi şair yapan meğer acı değilmiş...

Hüzün sanırdım ihtiyaç, yazmak için sözler.
Durmak için sebep yok ki gülerken gözler.
Şimdi kalbim bir tek dondurmamı özler.
Seni kalpte tutan, özlem değilmiş...

İlhamı beklerdim ben, amansız gecelerde
Gereksizmiş aramak seni öyle boş tepelerde.
Ben ilhamı buldum Mekan-ı kafelerde.
Şairliğin ruhu matem değil imiş.

Mekanıma kavuştum

Mekanına kavuşmuş yalnız bir kuş gibi çırparken kanatlarımı. Hapis edildiğim parmaklıkların kırılışını hatırlatırcasına ne dediğini anlamadığım, kulaklarıma yabancı kalan bir müzik işitiyorum hemen arkamdaki tahtalar arasındaki hoparlörden. Bir hayat var dışarıda akıp gidiyor hiç kurumayan bir şelale misali, benim umurumda dahi değil sükunet içindeyim. Kuş sesleri içersinde kaybolup giderken bütün stresim hiç bir şey düşünmemenin -seni bile- müteşekkirliği içindeyim. Girerken o kapıdan amerikayı keşfeden ve farkında olmayan coulomb gibi meraklı ve şaşkındım, buranın sıradan dünyanın bir parçası olduğunu düşünüyordum ta ki kitap kokusunu içime çekip birlikte bir düzen oluşturan tüm düzensizlikleri, estetikten uzak gibi gözüken ama güzelliğin tüm duygularını yaşatan bu yerle göz bebeklerimi buluşturana kadar.

Dost tavsiyesi üzerine geldiğim bu yerde anladım ki. "Hayat size bazı dostlar verir, bazı dostlar ise size hayat."

17 Nisan 2015 Cuma

Umut

Koymuşum heybeme umutlarımı
Boşluğun ufkunda düşmüşüm yollara yapayalnız.
Kimselere anlatmadan kaçtığımı.
Umutlarım ve ben bu gece sessizce çıkarız.
Sessiz, bitap, belki biraz da kuşkulu...

Evet gidiyorum ancak umutlarımı da alıyorum yanıma...

Gri

Grisi yoktur hayatın.
Ya siyahı seçeceksin ya beyazı.
Ölçüsü yoktur aşırılığın.
Ya coşacaksın sel olup akacaksın sonsuz vadilere.
Yahut susacaksın anlamayacaklar seni.
Azı çoğu yoktur sevdanın.
Sevdin mi tam seveceksin, açacaksın yüreğini,
yahut boş vereceksin, hiç kirletmeyeceksin ellerini.
Şiir dahi siyah beyazdır.
Ya yaşayacaksın şiiri,
yahut hiç yormayacaksın gözlerini üç beş güzel söz okuyum diye.

16 Nisan 2015 Perşembe

Duyuru

Sevgili okurlar bazı şiirleri dergiye gönderdiğim için silmek durumunda kaldım kusura bakmayın, uzunca bir süre az yazı paylaşacağım gibi. Teşekkürler.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Bensiz bir sen...

Ben bomboş ve çatlamış ellerle beklerken seni,
seni alıp götüren rüzgarın soğuklunda.
Sen "bomboş ve çatlak eller"le el elesin,
kim bilir hangi şeytanın tanıklığında.

Karalar kaplamış görmeye kıyamadığım o teni.
Ufuk görünmüş gözlerinde, sonsuzluğunda.
Bir kusur sarmış mükemmelliğini senin.
Zira bensiz bir sen duruyor karşımda.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Bir...İki...Üç...

Bir seni bıraktım geçtiğim o tozlanmamış yollarda
Bir de senden bir türlü ayrılamayan sol yanımı.
İki sen yarattım aklımda biri sağımda, biri solumda.
İki de bir hatırlatırlar seni hiç sormadan hatırımı.
Üç harfli bir kelime hep tekerrür ile aklımda.

Üç harfi de yakar geçer daha taze sargımı.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Çünkü hayat...

Çünkü hayat, arabanın arka koltuğunda telefonuyla yeni aldığı kolyenin snap'ini çekerken güzel çıkmıyor üzüntüsüne kapılan kızın, elindeki selpağıyla cama yapışmış yüzünün rengi dahi belli olmayan çocuğun kocaman gülümsemesi ile karşılaşması kadar gariptir.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Mazi

Mazi gelir aklıma öyle çat kapı, habersiz.
Bir burukluk bırakır giderken, öyle acı acı, sehersiz.
Ulak olur gerçeklere bir nottur bıraktığı aklıma.

"Bir gün olsun geçmedi sensiz, yahut kedersiz."

5 Nisan 2015 Pazar

Bir ev

Bir ev duruyor karşımda yalnız, tek, mütevazi. Bir ev duruyor karşımda çiçekler sarmış dört bir yanını karşı dağlardaki karla tepki olarak açmışçasına rengarenkler. Bir ev duruyor karşımda kimsenin bilmediği fakat engebesiz, taşsız, temiz, şaşırtmacasız ve dosdoğru bir yol ile önünde. Yeşilin en güzel tonlarından ağaçlar bulutlara "yüksel" dermişçesine yüksek. Gökyüzü sanki daha mavi evin üstünde, gökkuşağı sanki yedi renkten değil de fazlasından oluşuyor burada, her zamankinden daha rengarenk. Bir ev duruyor karşımda ve en üşüdüğüm, en terlediğim, en sıkıldığım anlarda dahi atamıyorum kendimi bir odasına. Bir ev duruyor karşımda ve ben tutulup kalıyorum güzelliği karşısında. Bir ev var karşımda ve bir sen. Veyahut bir tek sen varsın karşımda, ev sadece bir göz yanılması.

 Veyahut bir ev var karşımda, ve sen sadece bir kalp yanılması.

3 Nisan 2015 Cuma

Sevdalara "düşde" gel.

Dişler kadar keskin düşler tarumar eder ruhumu her gece,
Haram sensiz tüm geceler, uykularım kül hece.
Tabirsiz rüyalardan diyorlar peki sence ne?
Uykusuzluğum ne düşten ne sesten, sensizlikten sadece.
Düş bölenim bilmese de hayat onsuz bilmece.

Sevdalara "düş de" gel, sevdalara "düşde" gel.