Şiirlerimdin
sen benim yada başka bir deyişle; koşuşturmacanın eksik olmadığı şu hayat
karmaşasında bir kaç dakika da olsa sığındığım limanım.
23 Mart 2015 Pazartesi
Hayat zor geliyor bazen.
Mütevazi bir dolmuşta öndeki
teyzeye "şuradan bir kişi uzatır mısınız?" derken sağından taksiyle
geçen arkadaşını görüyorsun bazen. Ya sabır çekiyorsun hayat zor geliyor bazen.
Üzülürken bir derdine, kulak
zarlarını patlatabilecek kahkahalar duyuyorsun. Ya sabır çekiyorsun, herkes
gülse de hayat, zor gülüyor bazen.
Arabayla giderken önüne bir kuş
çıkıyor ve daha direksiyonunu dahi çeviremeden buluşuyor camınla. Orda öylece
oturup can çekişini izliyorsun uzun bir süre. Ya sabır çekiyorsun, hayat zor gidiyor bazen.
Son durağına gelirken metronun
karşı koltukta uyuya kalmış adamcağızı izliyorsun ve uyandırman gerektiğini
düşünüyorsun. Çok şükür diyorsun çünkü hayat seni seçiyor bazen...
Şiir
Ey aşk dedikleri çile abidesi...
Ya bul beni son ver bu arayışa,
yada deva ol şu kalpte yarattığın
fuzuli boşluğa.
Ya son ver şu cana şerbetinle,
yada kalmasın zehrini tatmayan
fani.
Ya konuştur şu vehminde sessizliğine
bürünmüş şairleri,
yada konuş dur şu ilhamını
tadamamış maşuklara.
Ya al beni benden bırakma bu
vefasız ellere,
yada al kendini benden sükun
düşsün ellere.
O eller ki bir seni yazmış bir
sana kızmış,
bir sana varmış yada belki bir
senle varmış.
19 Mart 2015 Perşembe
Hayatım... Hatalar...
Açmamış pembe güllere anlatsam hayatımı siyah laleler çıkar tomurcuklarından. Kuklası olduğum zahiri yalnızlık nasıl da belli ediyor kendini. Sanırım zamandan boyutlardan, görecelilikten daha karmaşık olan tek şey zamanlama hatalarımdı.
Hatalar... Yalnızlık...
Geriye dönüp "ah ulan şu şöyle olsaydı yada şunu keşke şöyle demeseydim çok fevriyim" diyorum hep. Ne olurdu ki biri diğerinden önce olsaydı? Ne olurdu ki 1 hafta daha dayanabilseydim? Ne olurdu ki hiç gitmeseydim oraya? Ne olurdu ki biraz umut verebilseydi? Ne olurdu ki aynı gece farklı karakterlerle aynı rüyaları görmeseydik? Ne olurdu ki kızdığın tüm olgularım başına 1 ay önce gelseydi? Ne olurdu ki şu zaman biraz daha insaflı olsa, şu sabır biraz daha dirençli, yada şu gözler biraz daha uzak, yada yakın olsa? Ne olurdu ki her namazımda aklıma gelmeseydin ve bozmasaydım namazımı dünyevi hıçkırıklarla? Ne olurdu ki sırf bu yüzden namazımı gizli kılmak zorunda kalmasaydım? Ne olurdu ki şu beyninde yada beynimde dolaşan dominant, lanet düşünceler hiç girmeseydi aklımıza önceden. Ne olurdu ki hayat seni kısmetim yapsa?
Ne olurdu ki... En fazla biz olurduk. Biz her şeyden güçlü, her şeyden daha hayat dolu, her şeyden herkesten daha güzel olurduk. Biz bize yakışırdık. Ellerimiz ancak ellerimize yakışırdı, ellere değil. Saçın ancak sineme yakışırdı, kinime değil.
Fazla geliyor bu sevgin taşıyamıyorum, yumruk büyüklüğündeki tek kalbimle yardım et. Onca şeyden sonra karşıma çık ve tek kelime et sadece "seviyorum" de. Sonra yaşasın çiçekler, böcekler, masmavi gökyüzü. Hayat bulsun çöl damla damla, gözyaşlarımı saklamakla meşgul olan yağmur başka şeylerle ilgilensin artık. Yada seni düşündüğüm her gün bana ölümü hatırlatmak için yağan kar yağmasın artık buralara, gelsin bahar.
Veyahut boşver baharı, yağmuru, çölü. Bir sen ol yeter bana, bir biz olalım yeter bana. Yazarın da dediği gibi "şimdi otobüs gelir biner gideriz, hiç dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç, bir ellerin bir ellerim yeter."
Papatyam
Geçiyor kara geceler bir bir.
Sensizlik
eksik olmuyor sokağımdan.
Bitiyor çiçeğin beyaz umutları bir bir.
Sonuç
çıkmayacak gibi papatyamdan.
Seviyor,
Sevmiyor.
15 Mart 2015 Pazar
13 Mart 2015 Cuma
güzelliğini sadece benim bildiğim notalar
Bazen yazasım geliyor, dökülüyor aklıma kelimeler sanki.
Sonra boş ver be ne değişecek ki diyorum geçiyorum orgun başına.........ve
güzelliğini sadece benim bildiğim notalar.
Nefret
Ya nefret kadar güçlüydü sana karşı hissettiklerim yada gerçekten
senden nefret ediyorum. Garip şey şu nefret bir türlü vazgeçemiyorsun. Alt üst
ediyor düşüncelerini.
Asıl merak ettiğim;
O birinin üzüldüğünü görmemek için azarı dahi göze alabilmişken, bu kahkalara duyduğum nefret neden?
Hayatımı bir kenara koyup birini sevebilmişken, şimdi sadece
onun beni bir kenara koyup hayatını sevmesine duyduğum nefret neden?
Belki de sadece yanlış seçimlerdedir neden.
10 Mart 2015 Salı
Pencerenin kenarı
Pencerenin kenarında oturmuş bir ilham bekliyordum yada
belki bir kuşun kanat çırpışını yemyeşil manzarada, herhangi bir şey olurdu
sadece başlamak istiyordum yazmaya, kusmak için içimdekileri yada belki unutmak
için, içindekileri. Derken,
parfümünün kokusu dahi tam yayılmamışken havaya ve kaybolmamışken tanecikleri
bir kez daha açıldı o kapı. Daha açılmamışken, kalbimin ritmiyle yankılanan
ayak seslerinden anlamış olmama rağmen heyecanlanmıştım. Sakladım kağıdımı riya
sanırsın belki, korkarım.
Titriyordum o sırada inkar edemem, fakat yanı başımda açık
olduğunun farkında dahi olmadığım pencereden gelmiyordu bu soğukluk. Bu senin
soğukluğundu; o kadar başkasındaydı ki kalbin öylesine bana ait değildi ki,
yada öylesine yabancıydı ki bu yüze o sürekli kaçırdığın gözlerin.
Yokluğunda titriyordum farkında olmasan da. Olma da zaten
boş ver. Hem kim bilir belki başka bir evrende başka bir zamanda yada başka
şartlar altında yan yanaymışız dır, bir umut değil miydi insanı yaşatan.
Kaçsın başkasına bakmaya doyamayın gözlerin benden.
Yada yaksın artık gülüşün başkalarının kalbini.
Titretse de yokluğun kalbimi, geçsem de kendimden.
Seni sensiz sevebilmeyi öğrendim...
(Yazmak için yazıyorum sadece, kimse ne alınsın ne de alındırsın. Hem sadece sevmek için sevmez mi insan -bildirmek değil sadece sevmek için-.)
Durmak
Bazen
sadece durursun, sahilin en dik yamacına çarpan ve eseri kalmayan hırçın bir
dalga misale. Durursun bazen çünkü yamacın olmıştur biri yada birileri.
Bazense sadece paşa gönlün istediği için yaparsın bunu.
Ah, sebepsiz durmak; en sevdiğimden. Davinci'nin
şifresi kadar karmaşık hayatın içersinde koşuşturup duran amaçsız ahmaklar
kalabalığının içinde dahi durursun bazen. Çoğu zaman da yorulduğumuzdan
dururuz, eh herkesin bir ATP üretimi var değil mi? Aşk yorar kimisini, kimini
hayat, kimini ise dersler. İşte tam da
böyle yorulduğumuz anlarda sebepsiz durmak lazım.
Durmalı herkes bir yerde, zira bizi sistemin basit bir
parçası haline getiren hayat karşısında bir duruşu olmalı herkesin.
Dururum;
Yorgundur aşkzedeler, sevse dahi durur,
bırakmasan da gözümde bir parça onur.
Sevmeye doyamadığım tüm sıfatlar,
sanki bir anda zatında etmişti zuhur.
8 Mart 2015 Pazar
Beklemek
Beklemek, beklemek en zor işidir
dünyanın fakat bir o kadar da içindedir hayatın. Hayatı beklemekle geçer
aslında insanın bir şeyleri yada birini. Bir hedef koyar kimisi önüne onun için
deli gibi çalışır ama aslında çalışırken dahi bekliyoruzdur, başarılı
olacağımız günü bekliyoruzdur. Kimi aşkı bekler, kimi hiç ulaşamadığı
mutluluğunu, kimi hayatının fırsatını bekler. Bazense sadece saat bir'de
buluşma sözü aldığı kafede geç kalma endişesinden dolayı bir saat önce gidip
oturup arkadaşlarının gelmesini bekler insan.
Mesele neyi beklediğinde değildir
aslında mesele nasıl beklediğindedir. Beklemeyi durmak sanır çoğumuz ancak buna
duraksamak denir beklemek değil. Beklerken çabalar insan bir şeyler yapar zira
beklentilerini karşılamak için edindiği bu azimdir onu ve ümidini ayakta tutan.
Leyla ile Mecnun dizisini izlediyseniz
eğer -hani şu bazılarını rahatsız ettiği için kapatılan dizi- beklemenin ne
denli yaşanabileceğini Serkan Keskinin müthiş oyunculuğu ile hayat verdiği
İsmail Abi karakterinde görebilirsiniz. İsmail Abi bütün dizi boyunca,
babasının ölmeden önce ona beni bekle ben gemide olacağım ve bir gün geleceğim
demesi üzerine İsmail Abi her gün sahile gidip o gemiye el sallar ve sadece
bekler. Belki gerçekten babasının yalan söylediğini anlayamayacak kadar saf bir
kalbi vardır, belki de sadece bir umudunun kalmasını istediğinden yapar bunu.
Dedim ya zor iştir beklemek. Biraz
özeleştiri yapacak olursam, sabırsız bir insan olduğumu söyleyebilirim en büyük
problemlerimden birisi bu belki de. Bekleyemiyorum karşılıksız. Kendimin mi
yoksa ümidimin mi yüreksiz olduğunu ise hala anlayamadım.
Sadece seviyorum seni,
Sadece seviyorum seni,
neden diye sorma bana.
Sensiz sönüyor gözlerimin feri.
Nolur biraz olsun anla.
Kuş gibidir aşk, tek kanatla uçamaz.
Yada korkutursan kaçar.
Tek kolla kalbinin tamamını saramam.
Aşk kolun olmadan, benimki neye yarar.
Sanki oturuyormuşuz kireç
burnunda bir bankta el sallıyormuşuz İstanbul'un hırçın dalgalarına. Sanki
diğer elin elimin üzerinde duruyormuş. Sanki başkaları hiç yokmuşçasına,
"seni seviyorum" diye, simit gören bir martı edasıyla,
haykırıyormuşum. Sanki her an uçacakmışsın gibi hayranlıkla ve tek bir anı
ziyan etmeden doyuyormuşum nur yüzünü süzmeye.
Sanki benim kadar seviyormuşsun. Yada sanki seviyormuşsun gibi beni. Sanki bu
şiiri yazdığımdan haberin varmış gibi... Sanki... Sanki......................
7 Mart 2015 Cumartesi
Suskunluk
Bazen bağırırım ben, sinirlenirim, hatta sövdüğüm dahi görülmüştür bazı anlarda bazense diyecek çok şeyim olsa da susarım. Öyle bir susarım ki sağır eder suskunluğum seni anlayamazsın...
Çığlık çığlığa susarım.
Kırmızı
Bahar gelsin istiyorum yine.
İlk yada son farketmez.
Tenimi rengiyle boyasın yine avucumdaki kiraz.
Sensiz ellerim, dert etmez.
Son
Otuz beş olunca bitirdin demişler ömre yarını,
halbuki hangimiz garanti edebilir ki bugünden yarını.
Ölüme yaklaştığı her yılı kutlar olmuş kimisi bak,
gerçi bırak yaşamasını bilmeyen kutlasın, müstahak.
Fanidir insanoğlu göremiyor ne olacağını, sonunu.
acaba görse çabalar mı? bir nebze azaltmak için korunu.
Ölüme yaklaştığı her yılı kutlar olmuş kimisi bak,
gerçi bırak yaşamasını bilmeyen kutlasın, müstahak.
Fanidir insanoğlu göremiyor ne olacağını, sonunu.
acaba görse çabalar mı? bir nebze azaltmak için korunu.
Karadeniz ve Sen
En az senin kadar kıvrımlı bardağıma koyduğum çayımla oturmuşum en az senin kadar hırçın karadenizin. karşısına. Kıvrılan dalgalar en az senin kadar mütevazi, köpükler en az ellerin kadar beyaz, dolunay en az senin kadar parlak. Bir an aklımdan çıkar mısın ki diye düşünürken ne bakışlarının enginliği ne de gözlerinin maviliğini bulabildim bu denizde.
Anladım ki bu kadar güzelliğin bir arada zuhur edebildiği tek yer Zatın.
Seyir
Sükunet en büyük dostudur gözlerimin.
Seyr-i hal içersinde değilsem seni.
Mevlam seyrimi kalbin üzerine eylesin.
Zira bir yolculuk aşkı sardı sensiz beni.
Mutluluk
Ulusta bir sokak çocuğunun üşümüş ve titrek ellerindeki mendillerinin kurdurabildiği elli kuruş ya da belki bir milyon hayalinde gizlidir mutluluk.
Kırmızı ışıkta dururken bir anda arabanızın önüne atlayıp camınızı silmeye çalışan çocuklar varya -hani şu hep kızdıklarınız- işte onların, o içi çamurlu su dolu pet şişelerinde gizlidir mutluluk.
Bu kadar ucuz bir mülk iken mutluluk. Kimisi hala bir anlam veremez "her şey"leri varken mutlulukları olmamasına ve arar dururlar. İstedikleri kadar arasınlar bulamazlar mutluluğu, şu onlar için artık sadece bankalardaki dijital rakamlardan ibaret olan lanetin içinde.
Aslında hepimiz nefsimizin müsaade ettiği ölçüde mutluyuz.
Takılmayın siz bana
Yazdıklarımı neden bir amaca bağlamaya çalışıyorsunuz anlamadım. Ne size yazıyorum ne de bir başkasına, kendim için yazıyorum bütün bunları. Ne Mecnunum ne Ferhat. Ne aşığım ne maşuk. Tarık'ım ben Tarık. Eleştirmek ve yargılamak kavramlarını aynı kefeye koyan ne çok insanımız varmış meğer. Eller ne der kaygısı ile yazmıyorum buraya, zira ellerimin ne dediği benim için çok daha önemli.
Sanat ne sanat içindir ne de halk, boşuna kavga etmişler yıllarca. Sanat benim içinmiş.
Özgürlük üzerine
Atalay Demirci, mendilci kız şiirinde bir adam mendil satan kıza "nerede yaşıyorsun sen?" diye sorar kızın cevabı ise "her yerde, öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi."dir. Çok etkilenmiştim bu şiirden ve bu sözden, gerçekten de sınırlamıyordu kendini. Başını her gün sokabileceği sıcak bir yuvası yoktu küçük kızın ama nerede yatacağı konusunda tamamen özgürdü. Tamam belki o adamın arzu ve isteklerinin gerçekleşme ihtimali daha yüksektir küçük kızdan çünkü bunları yapabilecek imkanı ve parası vardır, ama hiç kimse kalkıp da küçük kızın adamdan daha az özgür olduğunu iddia etmesin.
Özgürlük, sınırı -her ne kadar başkasının özgürlüğüne kadardır dense de- belli olmayan ve asla belirlenemeyecek bir şeydir özgürlük. Hem ne kadar özgür olabilir ki bir insan dünyada, herkes mutlaka bağlıdır bir şeylere. Sözüm ona "özgürce" araba sürerken bağımlıyızdır mesela kurallara, falanca hızı geçme falanca yoldan gitme aman kırmızı gördüğünde dur -Yanlış anlamayın kurallara bir lafım yok olması gereken şeyler bunlar-. Yada bir gece vakti kafanıza eser atarsınız kendinizi Ankara'nın ayazına, üşümüş ama özgür hissedersiniz kendinizi, hatta bence özgürlüğünüzün "nirvanasına" ulaştığınız zamanlardır bunlar. İşte böyle zamanlarda bile tam anlamıyla özgür olamaz insan. Evet atabilir kendini bir parkın köşesine ancak kafasında ki düşünceleri, onu özgür olmaktan uzaklaştıran düşünceleri bırakıp gidemez oraya hep onunla, hep oradadırlar. Bilir girmemesi gerektiğini bazı ara sokaklara yada hisseder midesindeki boşluğu anlar eve dönmesi gerektiğini, eninde sonunda dönecektir o kurtulmak istediği dört duvar arasına bilir. Velhasıl kelam asla tam anlamıyla özgür olduğunuzu düşünmeyin, olmayın da zaten.
Ne kadar imkansız olursa olsun, insanoğlu işte hep arzular özgürlüğü. Heykelini dahi dikmişlerdir daha kimsenin tanımlayamadığı bu kelimenin. Upuzun, denizin ortasında ihtişamlı başında bir taçla duran bu heykelin sadece adı özgürlüktür, hareket bile edemez yada nefes almak dahi yasaktır ona sadece bir heykeldir çünkü o. Gerçekten merak ediyorum memnun mudur acaba özgürlüğünden.
Veyahut boş verin tüm bu yazdıklarımı, boş verin niye belirleyesiniz ki özgürlüğünüzün sınırlarını. Bağımlılığınızın sınırlarını koyup yaşasanız kafi gelir -sürekli özgürlük arzulayan nefsinize değil belki ama- aman kaçmasın diye uğraştığınız keyfinize.
Çayımın şekeri
Sen vardın bugün karşımda, özellikle açık içtim o çayı içinden gözlerini görebileyim diye.
Sen yokken de zehir gibi doldururum demi, bilsem de bilmeyeyim gözlerinin orada olmadığını.
2 dem çay 1 dem sevgi
Bak yine demli demliğim,
Koydum önüme 2 çay bekliyorum.
Ancak biraz buruk kalbim.
Zira.
Hiç içilmeyecek o çay biliyorum.
Ancak biraz buruk kalbim.
Zira.
Hiç içilmeyecek o çay biliyorum.
Can Yanması
Canın yandığında en çok sevdiğine mi koşarsın, seni en çok sevene mi?
Garip bir sorudur bu çoğu "seni en çok sevene" diye cevaplandırır çoğu zaman. Ama bence bu insanların kalbi düşüncesinden ziyade etik olduğunu düşündükleri şeydir. Halbuki kalp insanı hep sevdiğine koşturur.
Hikmet Anıl Öztekin, Elif gibi Sevmek kitabında "...sevme demem ama seveceksen de;
Sol yanını ve beklentilerini koy bir kenara, acıyı sevmeye bak." diyor.
Yani acıyı en derin hissettiğin, canının en çok yandığı an zaten sevdiğine koştuğun andır.
Her canın yandığında seni en çok sevene dönmek demek, sevdiğine koştuğun o yolda seni seveni
-absürt bir benzetme olacak ama- yorgunlukta mola verdiğin bir çay bahçesi olarak görmektir. Oysa sevdiğine koşmanın gayesinde ulaşmak olmadığını bilen mecnun, molaya neden ihtiyaç duysun ki.
Bu yüzden mertçe kalbini konuşturmalıdır insan toplumunu değil.
Bu yazıyı yazdığımı gören bazıları "bunu sen mi söylüyorsun" diyecek. Evet bunu düşünceleri bir gecede, uzun bir süre için çabucak değişebilen ben söylüyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)