30 Kasım 2017 Perşembe

Şiir Dolu Aylar

Bir aralık geldi takvim yapraklarından ve kasıma kramp girmişçesine acıya acıya sonuna geldim koca ayın. Promosyonlu takvim veren yağmur yemiş bir gazete sayfası gibi biraz biraz aktı mürekkebim. Halbu ki ekimden uzaklaşmak böylesine yormamalıydı beni.
Bir bilsen artık acı veriyor aylar. Zira bir güneşim yok her gece aylardan yansıyacak...

26 Kasım 2017 Pazar

Ve bitmemiş bir gecenin sabahı ben öylece boğuldum, hepsi bu.

7 Kasım 2017 Salı

Dar Sokakların

Dar geçitleri var sokaklarının, yürüdükçe boğulduğum. Kapalı kapılar arasından geçerken alışmışlığın verdiği körlükle kaldırmıyorum bile kafamı. Ayaklarımı izlemek, bu kaldırımlara hala basabildiğimi bilmek yetiyo bazen. Dar geçitleri var sokaklarının, kimsenin umut satmadığı.

Dar geçitleri var sokaklarının, küçüldükçe kaybettiğim gök yüzünü. Yağmur damlalarının olmadığı sağnak fırtınaları var. Bir sel götürmüşçesine bütün çiçekleri sağımdaki kaldırımda bir ot bile kalmamış. Hoş, nemli hala evlerin duvarları. Dar geçitleri var sokaklarının kimsenin şemsiye satmadığı.

Dar geçitleri var sokaklarının, tekmelediğim çıplak ayaklarla. Asfaltın tabanıma yapıştığı, kapkara geçitleri. Dar geçitleri var sokaklarının kimsenin ayakkabı satmadığı.

Dar geçitleri var sokaklarının, ağlamaya utandığım, gizlenerek uyandığım sessiz geçitler. Ne bir ağıt var yakılan ne de tek bir kağıt karalanmış. Ankarada biyerlerde tuzlu sudan uzaksın belli. Dar geçitleri var sokaklarının, kimsenin mendil satmadığı.

Dar geçitleri var sokaklarının, her savaşta vurulduğum, her parmaklıkta tutulduğum geçit vermeyen geçitleri. Ve ne gariptir ki kurşun bir elementten öteye gidemez sokaklarında. Dar geçitleri var sokaklarının kimsenin mermi satmadığı.

Dar geçitleri var sokaklarının, yazdıkça yazdığım. Ama ne vakit başlasam konuşmaya kapanır pencereler. Bütün çocuklar evlerine kaçar. Kimse dinlemez ben haykırırım dize dize. Dar geçitleri var sokaklarının kimsenin şiir satmadığı.

Takıntı ettiğim dar geçitleri var sokaklarının.
Kimsenin beni takmadığı...

6 Kasım 2017 Pazartesi

Bir Sonbahar Portresi

Açamıyorum fotoğraflarını, gözleri değişmiştir çünkü çoktan. Gerçekten bana baktığında tekrar unutmuş olmak istiyorum onları. Hayal kırıklıklarıma bir yenisini ekleyemem.
Açamıyorum fotoğraflarını, alışmam gerek bu kabuslara. Sadece kötü hatırlamam gerek onu. Hatıraların anahtarlarını gizlediğim yerlerden asla çıkarmamam gerek.
En son ne zaman yüzleştim onunla hatırlamıyorum. Yüzlerce yüz geçti gözlerimin önünden ondan sonra. Hiç birini hatırlayamıyorum. Bütün yüzleri silmem lazım, kafamın üzerinde kara bulutlar istiyorum ve bir sağnak bütün geçmişimle arama. Sis çöksün aydınlıklarıma.
Kimseyle tokalaşamıyorum bile ve en çok yakan tenimi, en son onun ellerini tutmamış olmak. Sahi ben hatırlamıyorum ellerine baktığım son dakikayı. Elleri hala aklımda ama.
Diyorum ki bir mum yaksam şimdi, eridikçe eritecek, bittikçe bitirecek bir mum tutuştursam tutuşamadığımız her dakika için. Korkuyorum yakmaya, söndükçe söndürecek biliyorum.
Kitap da okuyamıyorum şimdilerde, okuduğum son yapraklarda onun yazdıkları vardı.
Benim unutmam lazım son iki yılımı. Ama sanki iki yaşındaymışım gibi geliyo her şey. İlk sözcüklerim, ilk ayakkabılarım, ilk adımlarım gibi geliyo her günüm.

Aslında hepimiz yaşıyoruz bir dönemde bunları, bir gün biri geliyo hayatınıza sanki atmış yıl kazanıyosunuz hayattan, mutluluklar içinde geçecek bir atmış yıl. Sonra o atmış yıllık hayaller on dokuz yılınızı da alıp gidiyo sizden. Siz yeniden başlamaya korkarken hayata, kanat çırpamayan bir kuş gibi itiliyosunuz ağaçtan aşağı. "Vay be." diyorsunuz. "Ne ara uzadı bu ağaç bu kadar?"
Bir son bahar akşamı umutlarınızı andıran o sarı yaprakların arasında dökülüveriyorsunuz. Islak toprakta bocalamakla geçiyor yıllar ve kim bilir kaç sağnak alıp götürüyor yolunmuş tüylerinizi. Kaç sığnak çatısız bırakıyor sağnakta sizi.

5 Kasım 2017 Pazar

Bir Seferlik Düş

Ucu Ankaraya varan her rayda hızlanıyor kalbim. İlk ben görmek istediğimden şehri, hep cam kenarı oluyor yolculuklarım. Bir zaman makinasına dönüşüyor trenin takırtılı tekerlek sesleri, geçmişimle yüzleştiğim tatlı melodiler haline geliyor. İlerisi hep korkutuyor beni, bir hayal dünyasına dalıyorum kafamı tren camının garantisine alıp. Tak tak taktak... Tak tak taktak... Garip bir şehirdeyim gelecek kaygısıyla daldığım bu düşte bir adım atmaya dahi korkuyorum ileri. Kimsenin bana psikolojik bir teşhis koyamıycağını düşündüğüm boş sokaklarda geri geri yürümekte buluyorum huzuru. Arkama bakmadan yaşarken hayatı sırt çevirdiğim yerin geleceğim olduğunu farkediyorum. Ya bi taş varsa yolda diyorum, hemen dönüyorum tekrar yüzümü yola. Sonra tekrar anımsıyorum geçmişi tekrar dönüyorum, ve bir endişe daha düşüyor içime ve tekrar dönüyorum ve tekrar ve tekrar. Bir meczup misali döne döne yürürken buluyorum kendimi bu boş sokağın ortasında.  Neden sonra, olduğum yerde durduruyorum kendimi, bir sigara dumanı iyi geliyor baş dönmesine. Derin bir boşluğun içinde düşünmeye başlıyorum düşümde ve bir zaman sonra kaldırıyorum kafamı... Bekleyin bir saniye... Ne taraftan geldim? Nereye gidiyordum ki? En son kaybolduğumda 5 yaşında supermarkette annemin elini bırakmıştım. Yine kayboldum işte, ama bu elimden geçmemiş iz annemin ellerine pek benzemiyor...
Aman be neden kaybolayım ki, neden düzünü bulayım her şeyi ters giden bu dünyanın? Bir kez olsun o düzlük beni bulamaz mı?
Bu derin sorularla otururken kaldırımda sokak loşlaşıyor lambalar yanıp sönmeye başlıyor, hafif hafif savrulmaya başlıyorum sağa sola ve bir Ankara manzarasına açılıyor gözlerim. Tak tak taktak... Tak tak taktak...