11 Aralık 2016 Pazar

VEsselam

Ve ile baslayan cumleler yazmak istiyordu delicesine.
Ve bir sabah...
Ve bir aksam...
Ve bir bahar...
En azından büyük harfle başlıyordu.
"Ve bir sabah" diyordu, "ağlıyordu çocuk.". Neden ağladığın kime ağladığının ne önemi vardı ki. Bir kaç göz yaşı dökesi gelmişti geceye bir çocuğun, bir kaç anlam sığdırmak istemişti heceye bir şair. Ve yazdı şair. "Ve" ile başlayan cümlelerle yazdı. Hem tdkya yazmiyordu ya yazısını, kendi icin yazıyordu ne önemi vardı ki kuralların. Ğ ile başlayan cümleler bile kurabiliyodu canı isterse. Kuralsız olmak için uğraştığı felan da yoktu. Hem kuralsız olması için bile kendisine en azından bu kuralı koyması lazım değil miydi? Düzensizlik hoşuna gidiyordu belki de. Belki de korkuyordu kurallardan. Daha çok anlatmaktan korkuyordu. Kağıtlar onu konuştursun değil dinlesin istiyordu. Kuralsız yazmak, yaşamaktır diyordu hep. Ve bir sabah çıktı dışarı şair. Kurallarla dolu dünyada attı adımlarını. İnsanlar korkarak baktı kuralsız ellerine. Bir kaç takım elbiseli adam korktu o parmaklardan. Altın işlemeli yüzükler taktılar ilkten. Hiç oralı olmadı şair. "Hayatlarınızı sattığınız şu parlak sarı şey ne büyük bi hastalıktır" dedi. Sonra demir yüzükler çıktı ortaya. Kara, soğuk, demir yüzükler. Bunlar da durduramadı ya şairi. Baktılar olacak gibi değil bir oldu herkes. Bir takım çiçekler dağıtıldı halka, takım elbiseli adamlar tarafından.
Ve bir bahar sabahı cansız bedeni düştü şairin. Halkın üzerine sıçradı çıkmayan kan lekesi. Kimse ses etmedi bu düşüşe. Ama köşede bir çocuk vardı.
Bir bahar sabahıydı
Ve bir sabah, bir çocuk ağlıyordu, neye ağladığının kime ağladığının ne önemi vardı ki? Bir kaç gözyaşı dökesi gelmişti geceye bir çocuğun...

17 Kasım 2016 Perşembe

Bir Garip Ülke

Benim ülkem bir gariptir.
Kafasını kaldıramaz bir türlü ama her gelen dikbaşlıdır ne hikmetse,
Bir gariptir ülkem.

Kalem kırmaktır benim ülkem.
Çürütemezken ağaçları, odunlar yakmaktır.
Ve bakmamaktır beraberinde gidenlere.

Namaza gitmeyen beş yüz kişi bulup ateist dövdürmektir.
Yolda görse laf atacak adamların mini etekli bir kadını anlık bir muslumanlikla(!) dövmesidir.
Bir gariptir ülkem.

Ne doğuludur ne batılı,
Ne hakkı bilebilir ne batılı.
Gariptir benim ülkem.
Uzun metrajlı vahşi doğu filmleridir.

Herkesle her noktada kesişip,
Paralel doğrular çizmekten korkmaktır matematik defterlerine.
Pek yaman yıldızları söndürmektir uyumadan önce.

Ülkücü bir kardeşimin bir ahmet kaya şarkısına sigara yakıp milliyetçiliğini pekiştirmesidir.

Bir gariptir benim ülkem.

28 Eylül 2016 Çarşamba

Onu Bunu Geçtim

En son denizde yüzerken yutmustum sanırım bu kadar tuzu.
Yahut can gox dinlerken emin değilim.
Şiir yazarken miydi yoksa?
İkisi de aynı andaydı belki.

Ama bu gece bir rahat birakmiyorlar kalemimi,
Biraksalar tuz golü yapıcam Ankarayı.
Kızıyorum her şeye,
Ne diye burda bu gökyüzü, yıldızlar felan.
Neşeli neseli dans eden bu kahrolası yakamoz ne diye vuruyor göz pınarlarıma.
Ateş böceklerinin gülünç ışıkları ne diye parlıyor.
Rahat bırakın lan adamı,
Bırakın beni, bırakın üzüleyim bu gece. Üzüleyim düzelecek gibi değilim.
Sıradışı bu göz yaşlarım dizilecek gibi değilim.
Çok vicdan kanatıcak bu uykusuzluk,
Bu gece ben sevilecek gibi değilim.
Ben aslında hala çocuğum biraz,
Konusulacak gibi değilim.
Susacak gibi de değilim.
Peki sevilecek miyim eskisi gibi?
Merak ediyorum çok muydu diyemedikleri,
Dediklerinin etkisi gibi.

Kim ne derse desin hep diyorum
Sevmek,
Sevmek, eski bir kahve taburesinin üstünde başı eğik durmaktır kahpe bir karanlıkta,
Ve sevilmek bir bardak çaydır size durmanızı söyleyen...

Çay çek erdal abi diyorum bazı geceler.
Yalnız bırakmaz artık beni bir dem sevdam var.
Bardakları ıslatır göz yaşım korkarım, gözümde bir gem vurgun var.
Sığamıyorum hic bir yere, sorsan sokak dar.
Ama bilsen ne taşıyorum içimde,
Neler taşıyor ordan.
Bilsen neler yaşıyorum,
Kimler yaşıyor orda.

Neler yazıyorum ay ışığında.
Hadi onu bunu geçtim.
Yaktım bin sayfa şiiri yanımdan hiç ayırmadığım çakmağımla,
Ben göz yaşlarımı kurutuyorum parlak telefon ekranlarında,
Canı yanmasın üzülür diye oynatmıyorum gozlerimi, dokunsam durmuycaklar.
Islak elmacık kemiklerimin hakkını en iyi sevgim verir sanırım.

Hadi onu bunu geçtim
Bugün de, bugün kaçarım istedigin yere,
Yok sayarım hayatımı,
Varsaysinlar ki derim, bir kahve köşesinde elinde boş bi çay bardağı sebepsiz kapatmis gözlerini, bir dostları bir kardesleri varmis bir zaman.
Bir senden geçemem ben, bir de gamzelerinden.

Hadi onu bunu geçtim güzel kız.
Ben ne ara aşık oldum sana bu kadar?
Gitmekle sevmek arasındaki o kalın çizgiyi ne ara daralttım ben bu kadar?

Anladınız artık işte yine geçtim onu bunu.
Ne diye sevmedim ki ben bu soğuğu bu kadar?
Belki de kalbindir bir kış günü cereyan yapan kalbime.
Yahut belki masumdur mevsimler...

23 Eylül 2016 Cuma

Unutulmuş Yıldızlar Üzerine

Sivri bir savaşın en zirvesine açtı gözlerini çocukluğum,
Ve nerde ne söylense delil edildi aleyhime.

Hayallerimi yıktılar, unutulmuş bir şehirde daha büyüklerini kurdum.
Bir gün pisman olsunlar diye.
Belki bir hapishane kosesinde,
Belki de ecnebi diye zikrettiğim baska bir yerde,
Baska bir bedende ben,
Yeniden doğdum.

Ve yine kimlerin yüzüne tükürdüm kim bilir,
Kaç can aldı masumiyetim.
Biliyor musun? ben sahiden de bilmiyorum,
Kaç tembelin hakkını yedi birbirine kattığım gecem gündüzüm.
Ne diye sukut şu dilim, hala açıkken gözüm.
Bilmiyorum,
Anlatamam açık dilli körlere renklerin lezzetini, belki ben de bilmiyorum.
Ve ne yazdıysa tozlu hatıra defterim parçaladım silgiyi,
Tek bir satır silmiyorum.

İnsanlar dostlarım bazen görmek istediklerine inanırlar.
Ve bazı geceler gitmiş sanarlar gökyüzündeki yıldızları,
Dilekler bile dilerler kayanlar üzerine.
Oysa şehrin sisli öfke bulutlarıdır bu gece vakti gok yüzünü kaplayan.

Ve bir gün gecenin en siyahında,
Nerden geldiğini anlayamadıkları
Adını bile unuttukları uzun bir yıldız kumesi kaplar gökyüzünü.
Aydınların ışık verdiği karartılmışlar aydınlatır memleketi bir gün.
Ve iste o gün,
Kayıp düşen yıldızlar bir kosesinden dünyanın, gök yüzünü izlerler

Vedalasmamiza izin vermediler bizim, biz de gerek duymadık...

19 Eylül 2016 Pazartesi

Dört mevsimli yıllar

Kış sabahlarının ayaz rüzgarları,
Bir bir dökülen güz yaprakları penceremden.
Ve bir yaz yağmuru, ahmaklığımı ıslatan,
Ben,
Ve ilk baharımın ilk şaşkınlığı.
Üç günlük dünyada,
Dört mevsimdi yıllar.

Toprak kokulu seher vakitleri,
Kaynamış çaylar,
Yok artık deminin soğukluğu,
Bir iki bardak içimi ısıtan,
Ve üç günlük dünyanın
Dört mevsimli yılları.

Yarına kalmış bu dünün işleri,
Ölümsüz sevgilerim,
Kuruttuğum güller,
Telaşa gerek yok.
Bir gün yirmi dört saattir,
Ve nasıl olsa yaşarız bir gün.
Hem, üç günlük dünyada,
Dört mevsim bu yıllar.

Sayılı nefeslerim,
Rakam rakam gelen son.
Ve hayat,
Dört mevsimli yılları
Üç günlük dünyanın.
İki çift laf edemeden
Bir bir silinen dostları.

Ve ölüm,
Basit bir çarpma
Sonucu bilinmez dünyada
Ama istisnasızdır,
Kim göçerse göçsün
Elde kalan hep sıfır.

Takvimler

Bir kenara birakalim şu günleri artık.

Her takvim yaprağında ayrı aşık olayım sana,
Koparmaya kıyamayım geçen günleri.
Yüzünü kazı aklıma takılıp kalayım sana,
Koklamaya kıyamayım gecerken gulleri.

Sahi ne kadar düşünmeli seni?

Bir gün yirmi dört sen midir mesela?
Bi gezegen ismi versem,
Kaç uydusu olurdu bu güzelliğin?

Sadece cumaları mı okunur sela?
Dünyaya gözlerimi versem
Kaç can alırdı güzelliğin?

Sözlerimi dersem,
Kaç?

Seviyorum dersem,
Kaçma!

19 Ağustos 2016 Cuma

Bahçemin Kokusuz Çiçekleri

Çok da bir şey değildi istediğim.
Bir kaç küçük menekşeden kokmasını istedim o kadar.
Belki göz yaşlarım yakardı yapraklarını,
Gerekirse asit yağdırırdım pınarlarımdan.
Çıkan dumanları çekerdim içime belki.
Verdiğim zararı umursamazdım bile,

Bir kaç küçük menekşe ne diye kokmaz ki?
Gül bahçelerine düşmeden geçtiğimiz yollarda, bir kaç küçük menekşe, neden, ne sebepten kokmaz?

Ve ne diye sulamak gerekir ki bu çiçekleri.
Sahi ben ne diye su veririm bu menekşelere bu denli.
Ne gariptir bu çiçeklerin rengi.
Olmayan kokulardan ne diye efsun duyarım?
Rüzgara mı küsmüş yaprakları bu küçük çiçeğin, bu morlukları neden?
Yine hangi cahil burnunu karıştırmış bilmediği çiçeklere?
Kaç parfüm yeter ki bi noksanlığı örtmeye?
Yahut parfüm almak mıdır noksanlık?

Bu menekşeler ne diye kokmaz?
Ve ne diye ağlatırım her kokusuz çiçeği yapraklarından?
Hem ben de bilirim çiçek tepeden sulanmaz,
Ne yapayım be, buğundan olsa gerek fazla derine inemiyor gözlerim.

18 Haziran 2016 Cumartesi

Kendimi bilmem

Ben çok bilmem öyle özlemeyi, bir gülüşü gözlemeyi, saatlerce bir yüzü izlemeyi, bilmem. Zaman zaman, özlerim işte. Geçer sonra, yada geçmez. Bu özlemek dedikleri zaman gibi bir şey. 
Sahura doğru güneşi özlerim ben. Yazın portakalı, kışın karpuzu özlerim, dört mevsim de seni. Ama diyorum ya, bilmem neden özlerim. Neden sözlerim canım sıkıldıkça beyaz kağıtları bilmem. Senin bu gözlerin gün açıldıkça mı güzel yoksa güzel gözlerin mi günleri açan, bilmem.
Ben aslında kendimi de pek bilmem ya, bakma sen bana. Özledikçe severim ben. Sevdikçe de özlerim. 
Hem herkes bilir güzel kız, bir garibimdir ben, eskiden kısaydı kirpiklerim. Yaşlandıkça büyürüz biz. Bu yüzden zaman zaman özlemek lazım, zaman zaman ağlamak. Yahut yaşlı bir nisan yağmurunun da dediği gibi, zaman zaman yaşlanmak lazım...

1 Nisan 2016 Cuma

Saat, biri çeyrek geçerdi...

Bir kalbin esareti bazen binlerce hüzün damlasına değiyor,
Bir şarap özgürlüğünde mahzen, mayhoş nahoşluklarda.
Binlerce damla süzülen kirpiklerden, kalbe değiyor,
Gönlüm deminde bir semazen dönüyor sarhoşluklarda.

Sevmek güzel kız, sevmek zaman zaman bir şeylere değiyor,
Bazense paramparça oluyor kalp, kimseye değemeden, tek söz edemeden.
Gülmek gülen kız, zamana bile değiyor.
Ah! sende duruyor saatim, kimseye dönemeden, biri çeyrek geçemeden.
Çünkü bir sen oluyorsun zaman saatimde,
Birsen oluyorsun.
Ah güzel kız ah, bir bilsen nerde ne oluyorsun,
En güzel manzaraların ufkunda, ufuksuz seyirlerde, seyirsiz gemilerde
Sen kaptan köşkünün neresinde oluyorsun bir bilsen.
Belki de yatmam daha kolay olurdu sızlayan sağ tarafıma.
Dağ tarafıma çıkmak, uçurumdan uçmak, bir ay gölgesinde yüzünü aramak,
Kim bilir belki yakamozda oflamak bile daha kolay olurdu.
Çayım eskisi kadar acılaşmazdı belki,
Mutlu günlerim anılaşmazdı,
Ağladığım boş zamanlarımda, bu kadar anlaşılmazdı,
Belki de bir dağ otururdu yüreğime,
Acıdan değil, saygıdan minareleri aşmazdı.
Bir anlasan dediklerimi, yürek bir gün şaşmazdı.

Ama belki ben olmazdım o zaman,
Şiirlerim olmazdı,
Kim bilir belki de sen olmazdın o zaman,
Adın başka olurdu yada ne bileyim,
Duygularıma gem vuramazdım belki
Ve hatta sevgilim kim bilir?

Saat, biri çeyrek geçerdi…

22 Mart 2016 Salı

Gök Yüzün

Küçükken uçan balonları ilk gördüğümde "gök yüzünü isteyen balon" koymuştum adlarını. Çok garip gelmişti bu balonlar bana. Yeterince alçak bulunan dünyada her şey inadına daha da alçalmaya çalışırken, bu renkli naylonların inadına yükselmek istemesi hoşuma gitmişti biraz.
Sonraları farkettim ki senden sonra bu balonlara benzemişim ben de. Hiç bir şey düşünemeyen, sabit, bir temasım kalmamış dünyayla, sadece gök yüzünü arzular olmuşum. Yükselmek isterken delicesine, seyrine dalıp durmuşum.
Sahi bu balonlar ne vakit patlar? Sen hiç düşen bi balon gördün mü? Sahi güzellik gök yüzünün sınırı ne ola ki? Senin bu gök yüzünün sırrı ne ola ki?

Sensizlik Sokağım

Sevgim acıyor sensizlik sokağımın bir köşesinde. Ve ne vakit hasret kalsam ellerine yağmur başlıyor. Gri kaldırım taşları ıslanıyor sokağımın, ağlamaklı oluyorum. Sonra diyorum ki şimdi sen olsan kızardın ağlamama. Hemen toparlıyorum kendimi.
Arabalar geçiyor kirlenmiş, yamalı asfaltımdan, plakası rotası meçhul. Ve biliyor musun güzel kız, hepsi de A şehrinden B şehrine bilinmeyen bir hızla gidiyorlar. Anlayacağın yine bir ton problem var kafamda, havuz görsem açıcam çeşmeleri intihar edicem artık.
Daha neler neler oluyor hayatımda, hepsi sokağımdan geçiyor. Bir sokak çocuğu mendil satıyor, sokağımdan geçiyor. Sofra bezinin üstüne yeşillik seren teyzeler, küçüklük trajedim sahtekar pamuk(!) şekerci amca, gök yüzünü arzulayan balonlar ve baloncu çocuk, hepsi sokağımdan geçiyor.
Sensizlik sokağım burası. Çoktandır duymamışım kokunu. Kaldırım kenarı evlerimin önündeki çiçekler suskun. Güller bahara küsmüş açmıyor. Baharlar sevgilim, çiçeksizken gülmüyor. Sadece köşede bir kaç menekşe resmetmiş güzelliğini, hem diyorum ya nicedir duyamıyorum kokunu. Nicedir, duyamıyorum solunu.

Ah sevgili.
Sevgim acıyor sensizlik sokağımda.
Güller açıyor bir gülüşüne.
Sevdalar aşıyor sokaklarımı,
Bülbüller taşıyor seherlerime

Ah sevgili.
Sensiz güller bahara küsmüş,
Sensiz baharlar gülemiyorlar.
Bu matem sis değil pusmuş,
Sensiz hudut dahi çizemiyorlar.

16 Mart 2016 Çarşamba

Huzur Pazarı

Bir çocuk, mevsimsiz zamansız nasıl bekliyorsa can eriğini.
Öyle bekliyorum seni.
Yazın portakalı, kışın karpuzu,
Haftanın altı günü de huzuru bekliyorum.
Ve her pazarı iple çekiyorum.
Anlayacağın, yine senin elinde iplerim.
Bir dizginlemesen beni sel olup akacağım.
Simdi sevgili, şimdi her anına gözüm gibi bakacağım.
Gördüğüm her gözü seninkiler sanacağım.
Yine sönmüş bir izmartile dünyaları yakacağım.
Ama söz veriyorum sözlerimi külsüz dumansız yazacağım.
Şu pazarlar bir gelse, dertlerimi satacağım.
Şimdi sevgili, şimdi her haftaya hüzün gibi bakacağım.

Zaten hüzün dediğin,
Boş pazar yerleri, loş ışıklar, kavak yelleri,
Ve bir de,
Bir de şu haftaların geçmek bilmeyen günleri...

15 Mart 2016 Salı

İstanbul gibi sevda

Çölsüz ülkenin en mecnunu ettin beni.
Boşluklarda kum tanesi arıyorum.
Her solukta seni anıyorum.
Bir kırmızılık yakıyor içimi.
Bir sensizlik meltemi esiyor genzime.
Öksürüyorum çaresiz.
Tuzlusun sevgili,
Akdeniz kadar beyaz,
Karadeniz kadar hırçın,
Ege kadar berraksın.
Arada bir de İstanbula benziyorsun işte.
Boğazımda bir şeyler düğümleniyor, köprü trafiği kadar sıkışıyorum karşında.
Martı görüp simit atasım geliyor elini tuttuğumda.
Sahi şimdi mart'ı her gördüğümde elini tutasım geliyor.
Yüzüne her bakışım kız kulesini hatırlatıyor.
Ne vakit yutkunsam adını anıp, kadıköy beşiktaş vapurunda yudumladığım çaylar geliyor aklıma.
Her kelimen yeni bir senfoni çalıyor kulaklarıma, boş bir gitar kabına cebimdeki bozuklukları boşaltasım geliyor.
Gözlerine her baktığımda galatadan aşşağı bakıp atlamak istediğim zamanlar geliyor aklıma.
Ama boşver sen beni.
Özlerim ben,
Olsan da özlerim,
Yoksan da özlerim,
Her noksanı özlerim.
Bir şehir sevda doluyum ben.
Hem güzel dediğin İstanbul gibi olur,
Ankarada yaşar.
Çeliskisi bile güzeldir güzel dediğinin...

Kaç dakika oldu be?
8?
Çok olmuş kaçıyorum ben.
Hem malum,
Özlerim ben...

10 Mart 2016 Perşembe

Meçhul Sokak

Tozlu mahalleme açılıyor kapım,
Perdeler belli belirsiz sallanıyor penceremden içeri.
Denizin bıraktığı genzimi yakan tuzlar yine saçılmış ortalığa.
Dalgalar hırçın, tüm hırçınlar sukut.
Acı yok bu mahallede,
Anneler değil, elinden şekeri alınan çocuklar ağlıyor burda,
Meçhul sokak burası.
Kimse bilmez,
Kimse girmez.
Ben bilirim bazen,
Bazense bir kaç Ankaralı.

5 Mart 2016 Cumartesi

Güzel şey

Yaşamak aziz dostum.
Yaşamak güzel şey,
Tıpkı ölmek gibi.
Sahi şu sonsuzluk dedikleri epey bi korkutuyor insanı.

Sonsuz sokaklarda kaybolmak da güzel şey biliyor musun?
Her kayboluşta bir şeyler bulmak,
Her buluşta tekrar aramak.
Sahi aramak aziz dostum, aramak güzel şey.
Ama bazen de soramamak korkutuyor insanı.
Sorularda kayboluyor insan.

Kayboldukça yavaşlıyor nabız.
Yirmi dört saat olan günler sanki bin dört yüz kırk dakika gibi geliyor.
İçtiğin her suda boğulmak gibi bir şey bu.
Sahi.
Sahi dostum,
Her kalp atışında kendinden geçmek,
Her adımda geriye gitmek.
Kalbini boşluğa emanet etmek...
Yani sevmek diyorum aziz dostum,
Sevmek güzel şey,
Tıpkı,
Tıpkı ölmek gibi...

4 Mart 2016 Cuma

Ebediyeti Edebiyatımdır

Sol yanim kaplar ruhumu,
Üstüne yok bir acı.
Meyhanesiz sarhoşum,
Esiriyim özgürlüğünün.

Yad ederim maziyi,
Yardan başkası boş.

hem zaten...
Ebediyeti edebiyatimdir.

25 Şubat 2016 Perşembe

İmkansızı sevmek

Geceleri boğazın ortasında kürek ceken kayikciya kiziyorum.
Nasıl diyorlar?
İniyor kayıkçı, çıkıyor kayıkçı.

Suyun sessizliği tırmalıyor kulaklarımı.
Hecelere kızıyorum,
Heceler, boğazlıyorlar beni.
Zaten bir boğaz bir de heceler huzur vermiyor bana.
Ve ne garip rastlantıdır ki ben de bir tek ikisine haykırıyorum derdimi.

Sonra diyorum ki kendime,
Güller beklersin de bahçende,
Ne ekersen onu bicersin.
Hayaller çizersin kağıtlara
Ama ne yazarsan onu silersin
Üç dilek hakkın olsa,
İmkansızı dilersin.
Ve kime ne yazarsan yaz,
Sen, şair musvettesi!
Şiirlerinde sözünde,
Her methiyyen de,
Hepsinde,
Aslında bir tek,
Aslolanı silersin.

Seferler uğrar boğazlarına,
Denizsiz kıyılara fenersin.
Seherler geçer geceden,
Sen inadına,
Nerde sevilmeyeceksen,
Gider orda seversin...

19 Şubat 2016 Cuma

Kışlar Uzuyor

Kırk yılda bir kahve içerdik seninle hatırlar mısın?
Yoksa sen de sadece hatrı kaçan hatıralardan mı ibaretsin?
Yazdıkça yazardı üzerine kalemim, hatırlar mısın?
Yoksa, yoksa kaybolup giden satırlardan mı şikayetsin.
Gülünce kıpkırmızı olurdu yüzün hatırlar mısın?
Sen ki gülüm, sen ki dikenlere kıyametsin.
Sözlerimde gezenleri, gözlerindeki gezegenleri hatırlar mısın?
Ah be dünyam yoksa senin de mi söndü yıldızın?

Ama ne diyorum biliyor musun?
Kırk yılımız bile yok belki,
Bir yaz sıcağı vuruyor iklim baharlarıma.
"Hayat kısa sevgili, kışlar uzuyor..."

17 Şubat 2016 Çarşamba

Gitmek...

Ah be çocuk.
Sen kırmız kırmızı damlaların yanaklarına düşmesi ne demek bilir misin?
Gitmek zorunda olmak,
Giderken ayaklarının kalbinin tekleyen ritmine eşlik edememesi,
Ölmek ne demek bilir misin sen?
Hala nefes alırken ölü olmak.
Sen severken bitmek ne demek bilir misin?
Kan ağlamak ne demek bilir misin sen,
Sen çocuk, sevdiğini üzmek nedir bilir misin?
Nerden bileceksin ki,
Mecburiyet kelimesini hecelerine dahi ayıramazsın sen.

Ah be çocuk,
Sen büyük olmak ne demek bilir misin,
Her geçen gün biraz daha büyümek.
Yeni yeni kalpler kırmak,
Yeni kalplere sığmak.
Hiç bilmeden yüreklere değmek ne demek bilir misin sen?
Sen oturup koca adamlar gibi ağlamak ne demek bilir misin?
Çocukken ilişmezler sana pek.
Ne istiyorsun felan derler en fazla.
Koca adamlar ağladım mı adettendir,
Herkes sorar. "Ne oldu anlat" diye.
Bir Allahın kulu da gelip,
Gel beraber susalım demez.

Off çocuk of, sen değer vermek ne demek bilir misin?
Seherler vermek,
Seferlere çıkmak,
Güvenmek...
Sen kırılmak nedir bilir misin çocuk?

Off çocuk of.
Büyüyünce kaybetmek, bir kaç misketten fazlasına mal oluyor.

Sürekli kaybetmenin,
Meysiz sarhoşlukların,
Yersiz savruluşların ne demek olduğunu bilir misin sen?

Nerden bileceksin ki?
Sana bunu anlatmak,
Meleklerin, "şeytanım" demesi kadar anlamsız.
Kalmak
Şimdi gitmekten çok daha zor ve imkansız...

14 Şubat 2016 Pazar

İsmail abi HOOP

Ah be ismail abim,
Biz hep el salladık,
Hep de biz el salladık.
Gidene, gelene,
Limana, gemiye.

Ah be abim hiç bitmeyecek bu güzler.
Nasıl bir kalemse bu hafıza dedikleri,
Silinmiyor bazı yüzler.
Geri alınmıyor bazı sözler.
Bazı közler abim, hiç sönmüyor.
Bazı gözler... Neyse.

En iyi biz biliyoruz uzaklaşan gemilerin nasıl küçüldüğünü.
Küçüldükçe büyüyen hasreti en iyi biz.

Bir gün unutmak için adımızı soranlar
Yordu yüreğimizi.
Bir heves bu deyip, son nefesten vazgeçirenler,
Soldu yüreğimizde.

Ah be abim,
Yıkılan dünyaların ne ola ki kefareti?
Çay mı?
Çaydır herhalde yaa, iyidir çay.

Ama anlamıyorlar be abi.
Dinlemiyorlar.
Hep gidiyorlar.
Kal da diyemiyorsun ki.

Ah be abim,
En son atlayacagiz denize o olacak...

Bu gece anladım ki;
En güzel heceler, akan göz yaşları eşliğinde düşüyormuş kağıda.
En sözel geceler de bu zamanlar oluyormuş.
İlham perisi, biraz ıslak bir varlık sanırım.
Her yazdığımda da ıslanıyor, yaşlanıyor.
Hem kim bilir ölür belki yakında...

13 Şubat 2016 Cumartesi

Bir Deniz Sevda

Bir sevdaya düştü kalp.
Bir kaç kalbe birden düştü sevda.
Bir aşka geldi deniz.
Denizler misali geldi aşk.

İyi heceler...

Her aksam bir şeyler karalıyorum
yoklugun üzerine.
Iyi geceler deme bana.
Iyi heceler de.
Geceleri zaten kaybettik,
Hecelerde kaybolmayalim...

10 Şubat 2016 Çarşamba

Belki Bir Kuş Geçer

Ölmeye değer gözlerin,
Öldürmeye değer.
Ölüme değer sözlerin,
Gecelerim seher.

Yaza yaza bilediğim satırlar,
Bilemediğim hatırlara düşmüş.
Bir kahveye muhtaç olmuş gönlüm kırk yıl,
Gemilerim sefer.

Bırak doldurayım hüznümü,
Sarmaşıklar dolaşsın közümde,
Ve bir kişi de anlamasın halimden,
Şair adam, sever.

Yatak kenarında durur surahim,
Gündüzleri çok konuştuğumdan,
Geceleri susarım,
Bırak kana kana anıyım seni,
Hem kim bilir belki,
Belki bir gün geçer...

Belki bir kuş geçer,
Özgürlüğe inanan,
Hiç sevmemiş,
Gönlü kafeslenmemiş,
Bir kuş.

Şarklıların da dediği gibi,
Kim bilir belki,
Bir kuş geçer üstümüzden.
Ve iki el ateş ederim havaya,
Kaç kere dedim sana,
Ölmeye değer gözlerin,
Öldürmeye değer...

9 Şubat 2016 Salı

Kötüyüm

Yürümek diyorlar sevmelere şimdi,
Ah! kalbimi kötürüm etmiş bir kaç satır.

Binlerce şiir geçmiş aklımdan da,
Ah be kalbim! Kötüyüm, yetmiş şu iki satır.

5 Şubat 2016 Cuma

Ağladım Biraz

Kirpiklerime vurdu damlalar ilk, sonra binlercesi geçti geceden.
Kim ne konuştu duyulmadı en başta, sonra, sonra binlercesi geçti heceden.

Önceleri aldım gözümün nemini,
Kızdım kendime, inkar ettim biraz.
Sonra baktım ki,
Gerçeklerin yaşanmışlığı, yalanların birikmişliğinden daha az yakıyor canımı.

Ağladım bende...
Evet evet,
Oturdum koca adamlar gibi ağladım,
Erkekler de ağlıyormuş dedim içimden.

Tan yeri ağardı,
Ben ağladım.
Mehtap yüzünü vurdu denize,
Yakamoz ıslaktı,
Ben ağladım.
Bir kaç balıkçı oltasını fırlattı dalgalara,
Oturdum teknenin başına,
Denizlerin kızı olmaz dediler,
Ben ağladım.
Göz yaşım birikti içime,
Kar yağıyordu dışarıda,
Akıttım göz yaşımı ağladım.
Örümcekler hasta gibiydi bugün biraz,
Kasvet, köşe başlarına kadar yayılmıştı odamın,
Ve kaç köşesi varsa bu dört duvarın,
Kapandım ben ağladım.
Sustu konuşkan mahallemin dilsiz halkı,
Bugün hepsinin yerine ben ağladım.
Dilencinin elindeki bebek,
Bugün de ölü gibi yatıyordu kızılayda,
Bebek üşüdü, ben ağladım.

Hem herkes ağlarmış biraz,
Ben de ağladım.
Ağladım,
Ağlamasam "yazıcaktım"...

Nicedir de ağlamıyordum kağıtlara, iyi geldi.
Ve evet,
Az önce de siz dinlediniz,
Ben yine ağladım...

Ha bir de son bir şey, "Palyaço" şiirini dinleyin,
Bunu da yazmasam ağlayacaktım...

3 Şubat 2016 Çarşamba

Gideceksin

Bir gün her şey gibi çekip gideceksin,
Ömrümün üzerine sinmişliği hiç gitmeyecek.
Göz yaşlarım ıslatacak kaldırımlarını.

Her şeyini çekip gideceksin bir gün,
Kapılarını, camını, pencereni, kalbini,
Aralık kalmış neresi varsa hayatının,
Hepsini, hepsini çekip gideceksin.
Hem her kar erir bir gün,
Ve her yağmur elbet bir gün düşecek yer yüzüne.

Sonra bir çift göz kalacak geriye.
Bir cilt söz anlamsız yerine.
Bir çift köz, nargilede unutulmuş,
Ve hiç bir duman dem vuramıyor,
Gözlerinin ferine...

Her şey gibi sevgili,
Sen de her şey gibi gideceksin,
Senden sonra her şey sen gibi gelecek.

Bir gül sevgili,
Bir gül diğerleri gibi solacak,
Sonra ben gibi dolacak yağmur damlaları.
Gözüm kokacak toprak.
Gökkuşakları beni hatırlatacak sana,
Bir damlanın ahengi simamı hatırlatacak.
Ben gibi hışırdayacak ağaçlar,
Ben gibi gürleyecek hava,
Yıldırımlar benim gibi parlayacak.

Bir gün sevgili,
Bir gün herkes gibi sen de sileceksin,
Ama kimse sevemeyecek seni ben gibi...

Ama kim ne derse desin mevsimim,
Her bahar gibi zamansız,
Sen de bir gün gideceksin.
Her demli yudumumda,
Yavaş yavaş biteceksin...

2 Şubat 2016 Salı

Gideceksin...

Bir gün her şey gibi çekip gideceksin,
Ömrümün üzerine sinmişliği hiç gitmeyecek.
Göz yaşlarım kaldırımlarını ıslatacak.

Her şeyini çekip gideceksin bir gün,
Kapılarını, camını, pencereni, kalbini,
Aralık kalmış neresi varsa hayatının,
Hepsini, hepsini çekip gideceksin.
Hem her kar erir bir gün,
Ve her yağmur elbet bir gün düşecek yer yüzüne.

Sonra bir çift göz kalacak geriye,
Bir cilt söz anlamsız kalacak yerine.

Her bahar gibi zamansız,
Sen de bir gün gideceksin.
Her demli yudumumda,
Yavaş yavaş biteceksin...

Bir Seferlik Bir Yazı

Bir seferlik bir seydi bizimkisi,
Bir sefer ki sorma,
Mürettebat teferruat kaliyor,
Hep hırçın dalgalar gözlerinde,
Tekerrürden ibaret sana yazılan sözler,
Özlerinde tüm şiirler aynı.
Sahi biz, üst üste düşen yapraklar misaliydik biraz biraz.
Sonbaharın en olgun sarısı bizdik,
Yahut sen sarıydın,
Çok karaladığımdan mı bilmem,
Karaydım ben de biraz.
Denizdi senin gözlerin,
Benimse bahtımdan ahdıma kapkaraydı ömrüm.

Ama bir seferlik bir şeydi bizimkisi,
Bir seferlik gemiydi bu hikaye.
Gidişi, varışı, rotası meçhul.
Bu sefer hakkında bilinen tek şey,
Biz yola çıktımı yakılacak limanlardı.

Bir seferlik bir şeydi bizimkisi,
Bir seferde dünyayı dolaşmaktı belki de,
Herkesin "bir tanem"lerle yaşayamadığını
Bir tanede aramaktı.
Kömürleşmiş dünyada
Elmas arayan "eski" kafalılardık biraz da.

Dedim ya,
Bir seferlik bir şeydi bizimkisi,
Aynı sefer taşına birlikte kaşık sokmaktı.

Sahipsiz denizlere açılmaktı gecenin köründe,
Kaptansız yelkenlere açılmaktı gözlerinin ferinde.
Bazen de aramaktı simanı, bir deniz fenerinde.

Ne olursa olsun,
Bir seferlik bir şeydi bizimkisi,
Kimseler de yaşayamaz başka,
Kimselerde yaşanamaz başka.
Yazı olmayacak bir sonbahardı bizimkisi,
Zira bir gülüşün tutuyordu güneşi,
Ne tutulma oluyordu senden sonra,
Ne de tutunacak bir dal.

Ah be dünya güzeli,
Bir seferlik bir şeydi bizimkisi.
Seksen günde aşkı alem etmiştik seninle.

Bir seyir defteri yazamadım seferimize,
Nasıl yazacaktım ki,
Defter, kitap zaten dalmış gözlerinin seyrine,
Bari gözlerine bir şeyler karalayım desem,
Köşede boynu bükük kalemin.

Bir seferlik bir şeydi bizimkisi,
Seherlere sığmayan kıskanç gecelerin,
En masum karanlığıydı bu kağıda dökülen.

Yahut belki de kim bilir,
Bir seherlik bir şeydi bizimkisi,
Ve bir sabah öylece,
Çekip gittin,
O kadar...

1 Şubat 2016 Pazartesi

Hayatın Aşk Hali

Bu yağmurlu yollar, insanı kör kuyuların nemlenmiş duvarlarina yollar.
Çayın bu demleri de, gece gece iyi  demler adamı.

Ve unutma güzel kız herkes sever.
İtler de sever yiğitler de.
İt aşka gelir yiğit derde.
İtler de söver yiğitlerde,
İt cam olur yiğit perde...

24 Ocak 2016 Pazar

Hayaldaş...

Hayal kurmak,
Dünyanın bizi oturttuğu sıralarımızdan çıkıp.
Sıradışı olma halimizdir.
Kendi dünyamızda kendi düzenimizde,
Çilesiz bir hayat kurmaktır hayal kurmak.
Ne bir annenin feryadı duyulur burda,
Ne de bir çocuk ağlaması.
Ne birilerini kırarsınız hayallerinizle,
Ne de hayaliniz de birileri kırılır.

Hayal kurmak,
Sarı kapaklı bir kitabın,
Sarı sayfalarından birinde bulunan bir dipnotda "dipnefes" almaktır.

Hayal kurmak,
Son katmanı ses yalıtımlı bir gezegende
Tüm çığlıklardan, gürültüden,
Dünyayı kaplayan o pis görüntüden uzaklaşıp,
Kendi kafanızda kafanızı dinleme halidir.

Hayal kurmak,
Hayat kurmaktır,
Cesaret ister,
Esaret ister,
Kefaret ister...

Bazen yalnızlık dahi ister,
Bazense iki yalnız,
Yahut yalnızlar ordusu bile paylaşabilir hayali zaman zaman.

Yine de hayal kurmak,
Kapalı kutulardan gizler taşır.
Her müzikten tizler,
Yaşanmışlıklardan izler,
Yazılmışlıklardan sözler taşır.
Her günbatımından gece,
Her şiirden hece taşır,

Yine de hayal kurmak, her duyguyu yüce taşır.
Hem senin hayalin bu bırak,
Doldur bardağın tamamını, istediğini de taşır.
Bardağa da hep dolu tarafından bakarız böylece.

Korkma ziyan olmaz dökülenler de,
Yeni yeni çiçekler açar sehpada.
Diyorum ya,
Bardağa hep dolu tarafından bakarız...

Çok basit aslında olay,
Aç TDK yı bak, hayal düş demek.
Kim varsa camından görünen evde,
Hayaldaş demek...

Susarak Özlüyorum Seni

Sukun kalmış dillerin şahitliğinde bu gece de susarak özlüyorum seni.
Tek söz etmeden,
Üzerine cilt cilt kitaplar yazılabilecek onlarca güzelliğini bir kenara koyarak,
Sadece susarak özlüyorum seni.
Ben bir nefes alıyorum bir bahçe gül soluyor,
Bir görsem gözlerini bahçelerim gül doluyor.

Sonra,
Sıcak yaz günlerinin kavurucu sıcaklığında
Su satarak özlüyorum seni.
Sana duyduğum yardım isteğini insanlarla tatmin ediyorum.
Kızılayın ortasında, soğuk su diye bağırıyorum.
Sokak çocuklarından para almıyorum ama,
Bir gülümsese yetiyor onlar.
Çiçekleri de suluyorum zaman zaman.
Ama, ama hiç bir güle de su vermez oldum senden sonra,
Güzelliğine benzetme bulmak zor bilirim,
Yine de seni hatırlatıyor bana güller.
Anlayacağın zaman zaman da "susatarak" özlüyorum seni.
Dedim ya bir nefes alıyorum güller soluyor,
Solarak özlüyorum seni.

Ve biliyor musun özlemim,
Bir Ahmet Aslan türküsü yetiyor halimi tasvire.
Bir şarkı ezgisine hapsettim dillerimi,
Sadece susarak özlüyorum, özlüyorum seni...

23 Ocak 2016 Cumartesi

"G"özlü Sözler

Gözler ki gecenin kör karanlığı.
Gözler ki en aydınlık mavisi okyanusların.
Gözler ki, unutulmuşluğun en masum hatırları.
Gözler ki bir pusun en derin gizleri.
Ve sözler ki bir gözün umut dolu tasviri.
Gözler ki sızlar,
Sözler ki kıvranır bir göz çaresizliğinde...

Dipnot: bu şiirin ilhamı alıntıdır

Bir Dağınık Yazı

Küçükken de böyleydim ben.
Ne vakit boş kalsa aklım,
Bir şeyleri takardım kafama.
Yahut aklım yine bir şeylere takılır sendelerdi.
Ne çok mutlu ne çok üzgün değilsem mesela,
Yani boşsa aklım o an,
Takardım bir şeylere.
Şimdilerde ağır manalar yüklüyorum tabi bu takıntı hallerine.
Ağır kalpler...
Oysa ne masumdu küçük takıntılarım.
Kaldırımların çizgilerine basmazdım,
Şaşkın bakışlar arasında bazen büyük bazen küçük adımlarla yürürdüm.
Sonradan ilhamım olacağını bilmediğim griliklerin dengesiz desenlerinde dans ederdi ayaklarım.
Sahi kimse de ilişmezdi o zaman,
Şimdi de ilişmeyin.
Hem diyorum ya,
Küçükken de böyleydim ben,

Biri dokunma dedi mi sobaya inadına yapıştırırdım parmaklarımı.
Anlayacağınız çok defa yandım küçükken,
Ama hiç biri kanatmadı şimdikiler kadar.
Kanamak demişken,
Ben küçükken de kanardım çok.
Pamukların şekerine mesela,
Yahut ağzıma iniş yapan hiç uçmamış uçaklara.
Çok kanardım küçükken.
Ve farkettim ki;
Büyüyünce de kanıyoruz,
Ama daha büyük şeylere kanıyoruz.
Daha derin kanıyoruz,
İnsanlara kanıyoruz,
Yalanlara doğrulara kanıyoruz,
Ve bu kanmışlıklar ortasında bir gün,
Hiç de farketmediğimiz bir anda hem de
Kanamaya başlıyoruz.
Kan olmaya başlıyoruz.

Kanıyoruz...
Yanıyoruz...
Sahi ne farkı var ki bu ikisinin?
Kan kırmızısıdır ateş,
Ateş kırmızısıdır kan.
Ve ikisinde de vardır giz dolu sarılar.

Ah dostlar ah,
Küçükken de böyleydim ben
Ayağıma artık gelmeyen ayakkabılarımı yırta yırta parçalardım.
Kalıbına uyduramadıysam bir şeyi,
İyice berbat ederdim anlayacağınız.
Tek fark,
Küçükken sahip olduklarımı eskitirdim,
Şimdilerde ise ati eskitiyorum mazilerin hatrına.
Misal bazılarınız bu paragrafı da kalıbına uyduramayıp berbat ettiğimi düşünecek,
Haklıdırlar da belki,
Yahut kim bilir belki de Ankaralılardır.
Aklıma gelmişken söyleyim,
Belki de Ankara dostlarım,
Ciddi ciddi birilerinin memleketidir.

Neyse ne diyorduk?
Beyaz çikolata?
Yok be,
Küçükken diyorduk.
Küçükken de böyleydim ben,
Canım bir şeyi çekti mi yutkunurdum bir kaç kez,
Yemiş kadar olurdum.
Şimdilerde ise bir yerlere yazıyorum yaşayamadıklarımı,
Yaşamış kadar oluyorum.
Hem hayat dediğin nedir ki?
Bir tebessüm ettirse yeter bana.
Peki,
Hayallerle de tebessüm edemez mi insan?
Eğer öyle ise bu rüyalarımdaki kahkahalar niye?
Sahiden de dedikleri gibi hayaT ile hayaL arasındaki duvar TLmi?
Peki öyle ise hangi karşılaştırma karşılar üç tl olan doların harflerini?

Off
Yine dağıldı be konu.
Ben de dağıldım biraz.
Arka fonda Kıvırcık Ali çalarken kim dağılmaz ki zaten?
Siz de dağılın zaman zaman.
Sigara ile değil ama,
İzin verin bir kaç nota olsun sinenizin vurgunu,
İzmarit dumanları değil.

En iyisi ati eskitilsin diye yazılmış bu yazıyı burada bitirelim ve böylece koyalım maziye.
Atiye geçmiş olsun,
Maziye geçmiş olsun bu yazı.
Sana da geçmiş olsun sevgili okur,
Yoksa nasıl eskir mazinin yaşanmışlıkları,
Sevdalar ve yazılmışlıkları.
Nasıl geçer silinmişliklerin, baharı, kışı, yazı.
Bir hastalık nasıl geçer yoksa...

22 Ocak 2016 Cuma

Şiir Olalım

Tut elimden bir şiir oku bana,
Bitecek gibi değil bu yollar,
Yeniden çocuk olalım.

Bak gözlerime,
Bir çocuk masumiyetiyle,
Bir kez göreceğin bir gezginin
Bırakıp gittiği emanetiymişçesine bak,
Şiir olalım masumlara, gezginlere.

Sor sözlerime,
Nerde bu yüzünün ışıltısı,
Bir sorgu odasının sönük lambaları misali, sor.
Şiir olalım, cevaplara, virgüle,
Bir gülün kırmızılığına şiir olalım.

Sen şair ol sonra,
Karala ne istersen,
Biz yine şiir olalım.
Her karanda saçlarımı göreyim,
Her kafiyen bizim kadar uyumsuz olsun,
Şiir olalım, hayatlara, yazarlara, karalara, denizlere.

Sonra yine tut elimden,
Bir şiir daha oku bana,
Evet yolcuyuz ama bitecek gibi değil yollar,
Biz en iyisi yeniden çocuk olalım,
Yeniden şair,
Yeniden kara,
Yeniden masum olalım.
Yeniden bile yeni olalım.
Sonra sen yine şiir oku bana,
Yeniden şiir dolalım.
Zaten bu toprak yolun sonu yine topraktır,
Toprak olacak olanın, soyu da topraktır.
Sen en iyisi bir şiir daha oku da bize,
Biz seninle yeniden,
Yine toprak olalım.

Hem bakarsın bir gülün yapraklarına karışır bir kaç tozumuz.
Yeni yeni ateşler açar gülde.
Patlayan tomurcuklar yakar gülü.
Hem bakarsın bakamayız solan güllere.
Bakarsın, bakamaz oluruz kendimize bile.

Sen bir şiir oku bize "toprağım".
Sonrasına...
-en klişesinden, ama en birinci çoğul şahısından- BAKARIZ.
Ne dersin?

19 Ocak 2016 Salı

Ah beyaz kağıtlar

Ben güneşten kör oldum.
Sense kapkaranlık geceden.
Ben sildiğim kadar belirdim,
Sen eridin, izi kalan her heceden.

Her ateşte kor oldum ben,
Yine de tutuşmadım.
Dolunay vakti gezindim karanlık satır aralarında.
Gözlerim titrek,
Ellerim tutsak beyazına.

"Kendime böyle hitap etmek ne kadar doğru bilmem ama,"
Okuya okuya yazar oldum ben,
Seve seve de şair.
Ve evet,
Yaza yaza sana yazdım yine.
Üzerine karalanacak başka bir şey yokmuş gibi,
Üzerine karalıyorum şimdi de.
Evet evet senin üzerine dökülüyor kelimelerim,
Ve gariptir ilk defa mecaz yapmıyorum belki de.

Ah beyaz kağıtlar,
Aydınlanmak için karaladığım.
Tezat dolu dostlarım.

Ah beyaz kağıtlar,
Bir gün çekip gitmeyen,
Tek vefakar dostlarım.

Ve ah beyaz kağıtlar,
Kesilse de konuşabilen tek ağacı,
Ölümcül en dar-ağacı tabiatın...

17 Ocak 2016 Pazar

Şiir yaşamak

Gece gece şiirler yazarim ozanlar, çalgıcılar üzerine.
Ülkemin bülbülleri her seher vakti bir başka öter bana.
Bir sokak lambası geçdi mi satırlarımda,
Gördüğüm her loşluk ilham verir kalbime.

Şiirler yazarım, Ankaranın griliği üzerine,
Hatta biraz da abartarak belki.
Ve nerde bir yeşillik takılsa gözüme başkentte,
Sıkarım kalemimi parmaklarımın arasında.
Sokak çocuklarının her hareketi daha bir burkar içimi,
Hep dışarıda kalır aklım,
Her fırtınada biraz daha savrulurum artık.
Şiirler yazarım olur olmadık şeylere,
Olur olmadık zamanlarda.
Her konu üzerine bir şeyler yazasım gelir,
Gördüğüm her banka oturur el sallamaya başlarım.
Bir nevi eyvallah deme şeklidir yazmak benim için.
Öten kuşa,
Sokak çocuklarına,
Başkente,
Hatta az yanan lambaya bile
Eyvallah derim gönül dilimce.

Hiç bir şeye de şaşırmam yazdıkça.
Her şey yazılsın diye konulmuştur tabiata.
Bir yerde kışın ortasında açan bir kaç çiçek varsa,
Bakıp da ilham alsın bir kaç şair diye açmıştır mesela.
Ama zaman zaman, hiç bir şeyi garipsemeyişim garip geliyor bana.

Ben yine de şiirler yazıyorum,
İnsanlar garip,
Parmaklar tutsak,
Kelimeler suskun,
Kalpler buruk.

Şiirler yaşıyorum,
Lambalar loş.
Eller kara,
Eller beyaz,
Şehirler gri,
Şehirler ayaz.

Yaşadıkça da her şeyden ilham almaya başlıyorum bir zaman sonra.
Yaşlandıkça ellerim -tıpkı insanlar gibi- daha bir doluyor.
Sokakta geçerken tanımadığım iki insandan duyduğum bir iki cümleden bir kaç paragraf çıkıyor mesela.
"İlham" Mansız en sevdiğim futbolcu oluyor.
Monopoly oynarken bile,
Ah Mona Poli, beyaz zarlar, ak zarlar diye haykırasım geliyor.

Şiir yaşıyorum,
Yaşanan, yaşanmış ve yaşanacaklar arasında.

Şiirler yazıyorum
Yazılan, yazılmış ve tüm yazılacaklar üzerine.

Ve ben yine şiir doluyorum,
Dolan, dolmuş ve dolacak olan kağıtlarda.
...............

Her ne olursa olsun sevgili okur, şiir yazmak hayata bakışınızı değiştiriyor.
Bir masal kahramanı misali yaşıyorsunuz hayatınızı.
Başınızdan geçen her şeye "berceste" diyesiniz geliyor.
Karalayınca bir şeyleri, belki de ilk defa hayatı yaşıyorsunuz.

Kim bilir kaç ruhsuzun hayatı daha yaşanmadan bitecek,
Kim bilir kaç parmak şu dünyadan kalemsiz gidecek...

Siz en iyisi alın kalemi bir şeyler karalayın,
Siz de aydınlanın biz de...

16 Ocak 2016 Cumartesi

Kırılgan yapraklar

Sefil baharlar yaşanıyor gönlümün iklim duvarlarında.
Bir yanlışı daha anlıyorum.
Yahut ben bir şeyleri daha yanlış anlıyorum yine.

Güz dolaplarım sararmış yapraklarla dolmuş.
Kırgınlıkların verdiği tükenmişlikle unufak olmuş, paramparça yaprak parçaları savrulmuş çekmecemde.
Ve kim ne vakit sarı dese bana,
Açılır olmuş çekmecem,
Unutulmuş bir alışkanlık çaresizliğinde yine kalbimi burkmuşum bilinçsizce koşarken.

Kırılgan yapraklarıma zarar gelmesin diye kırdığım kalpler geliyor aklıma.
Ve çocukça sarf edilmiş bir kaç sözün,
Plastik ağırlıklı ürünler satan marketlerden alınmış ucuz oda spreyleri misali bir türlü geçmiyor odamdan sinmişliği.

Süslü rüzgarlar donatıyor odamı.
Mey kokusundan eser dahi yok ama,
Yenilmişliğin sarhoşluğu, her şeye bedel değilmi zaten...

Başkent mavisi

Bir mavi düştü aşk Ankaranın gri kaldırımlarına.
Ve Ankara artık ne geçmiş kadar masum,
Ne de gelecek kadar günahkardı.
Çaycıları dahi tat vermez oldu şehrin.
Simitlere, şekere zam geldi.
Daha bir efkarlandı karanfilin sesleri.
Loşlaştı sokakların bütün lambaları.
Ankara artık ne geçmiş kadar masum,
Ne de gelecek kadar günahkardı.

Bir mavi düştü aşk Ankaraya.
Gaipten gemi sesleri duyulmaya başlandı.
Oysa ne limanı vardı bu şehrin ne de deniz feneri.
Türküler yazılmaya başlandı kayıp balıkçılar üzerine.
Oysa ne gelen vardı denizden, ne de gitmiş olan.
Bir kaç güzel göz dışında çok bir maviliği de yoktu aslında şehrin,
Bir kaç güzel söz dışında çok da bir şey yazılmamıştı Ankaraya.
Fakat yine de bir mavi düştü aşk Ankaraya.
Ve bu şehir, artık ne eskisi kadar masum,
Ne de olacağı kadar günahkardı.

Sebepsiz yere tutulmaya başladı güneş,
Açmaz oldu çiçekler.
Statlar boşaldı sonra,
Artık daha büyük bir sevdası olduğundan herkesin,
Şehirde takım tutulmaz oldu.
Geceleri ay yüzünü dönmedi Ankaraya.
Olmayan dalgalar kıyısına vurdu kızılayın.
Güvercinler yetmezmiş gibi,
Bir kaç tane de martı dadandı ulustaki Atatürk heykeline.
Bir mavi düştü aşk Ankaraya,
Ve dostlarım,
Ve Ankara ne geçmişi kadar masum,
Ne de geleceği kadar günahkardı artık...

15 Ocak 2016 Cuma

Anı yaşamak, anıları değil...

Böylesine sevdiğimden anı yaşamayı,
Yaşayamaz oldum anıları.
Hatrımda kalan şeyler de zaten
Silinmeye yüz tutmuş hatıralar.
Kin de tutamam mesela,
Bugün vardır benim için
Hatta bazen sadece bu saat.
Düşünmem kime ne demişim
Yahut yarınları var mı bugünlerin.
Saat felan da kullanmam mesela,
Hem kim demiş ki bir gün 24 parçadır diye?
Ve neden inanmış insanlar buna?
Belki de uzay dönüyor etrafımızda,
Biz sadece duruyoruz.
Kim demiş geçmişler anı olur diye?
Ve neden inanmış insanlar buna?
Dünün tükenmişlikleri ile
Yarının yaşanacakları arasına ne diye hapsolmuş insanlar.
Oysa sadece bugün vardır ve özgürlüktür bugün.
Velhasıl kelam,
Anı yaşayan ben
Ne kadar istersem o kadar büyüktür hücrem.
Ne dün vardır bana ne de yarın.
Aslında bütün günler,
Bir gün "bugün" olmak için vardır.
Tıpkı bütün güllerin bir gün solacağı gibi.

Vesselam...

13 Ocak 2016 Çarşamba

Gök kafidir, yer füzun...

Bazen taşlara yazarım dertlerimi.
Meczup misali bazen de ağaçlara anlatırım,
Toprağından bir adım uzaklaşmamış uzun vefakar dostlarıma.
Betonlarda bile kaybolur mürekkebim.
Yahut bir zaman sonra ağaçlar dahi unutur sözlerimi.
Hoşuma gidiyor aslında dünyanın bu hali,
Ne kadar bastırırsam bastırayım üstüne,
elbet siliyor her şeyi.

Bir gün yine sıkılmışken griliklerden,
Bir ağaca yasladım sırtımı,
Döndüm ve başladım.
"Sevgili dostum.
Gök mavi yer beton.
Gök, kuşlar kadar hür,
Yer ağaçlar kadar gür."
Dedim ki ona,
"Göz mavi, yer sukun.
Yerdede mavilikler vardır bilir misin?
Belki denk gelmişsindir bir iki tanesine,
Yahut bu kötürüm halinle bir iki tanesi göz gezdirmiştir dallarında.
Esaretinin bedelini ödetirmişçesine betonlara.
Grilerde dolaşan gezen, mavilikler vardır yerde de."

Hüzünlendi biraz ağaç, dallarını çevirdi göğe doğru.
Tek söz etmedi ama,
Ben de devam ettim,
Ve dedim ki,
"Gök baki, yer hüzün.
Sonsuza uzanır onlar.
Ah bir çift kanadımız olsaydı şimdi ne güzel olurdu.
Bu saplandığın topraktan bir kaç dakikalığına söksem de seni,
Kurtulsan hüznünden."

Yapraklarını hışırdattı koca yeşil dostum.
Yaklaştım biraz, anlayabilmek için.
Dedi ki
"Nasıl?
Ben toprağa doğmuşum,
Toprakta doğmuşum,
Yine toprak olmak için.
Toprak olacaklara gölge olayım diye doğmuşum."
"Ah vefakar dostum" dedim ona.
"Sen sahisin ben mecnun.
Sen akilsin, ben meczup.
Sen en iyisi boşver beni."

"Ah dostum ah,
Ama herkes biliyor ya.
Gök mavidir, yer beton.
Bıraksalar da her renk yerini bilse.
Ne diye bulandırırlar ki kaldırımların berrak grilerini..."

Şimdi diyeceksin ki sen,
Bir renk için sevilir mi gök yüzü?
Ah dostum,
Ben bir mavi gördüm ki,
Artık bana,
Gök kafidir, yer füzun.
Çünkü dostum,
Çünkü herkes bilir,
Gök mavidir, yer beton...

10 Ocak 2016 Pazar

Bi' ses ver

Ses ver biraz.
Nerde o montunun hışırtısı,
Saçların sıradan kalkarken tel tel olur,
Elektrik sesi çıkartırdı,
Yahut her neyse işte o ses,
O nerde?
İyiden iyiye silindin hatıralarımdan,
Umrumda değil,
yer alma artık günlüklerimde,
Fotoğrafını felan da görmeyim bir yerlerde.
Ama sadece bir ses ver.
Kelimelerin de silinip gidecek bir zaman sonra.

Korkuyorum,
Hiç kopmayacak fırtınaların öncesinde de olur mu sessizlik?

Kim bilir nerde ne konuşuyorsun şimdi,
Gerçi saat gecenin beşi çoktan birleşmiştir dudakların.
Gece çoktan yorgun olmuştur üstüne.

Sen en iyisi rüyama gel benim,
Bir kaç bir şey fısılda.
Sövsen de olur sevsen de farketmez,
Şu alfabe denilen büyük nimeti kullan yeter.

Bilirim, bulutlar var aramızda.
Ve hiç aşılmayacak yollar, yürünmediği için.
Bilirim ki hiç bir şey bilmem sevgiden aşktan.
Sen yine de bir kez olsun bağır bana sokağının başından.
Belki bülbüller öter sesini seher vakitlerinde,
Yada belki bir yıldırım düşer arka bahçeme.

Şu saatten sonra seversin sevmezsin umursamıyorum aslında,
Kime verirsin kalbini bilemem,
Senin elin de kalem tutar mı,
Yahut bir kalem senin de elinden tutar mı,
Bilmem.
Kime verirsin kalemlerini bilmem.
Sen bana arada bir ses ver kafi.
Hem sen sevdiğin birinin sesini unutmak ne demek bilir misin?
Hani böyle aklına mükemmel bir şarkı gelir bağıra bağıra söylemek istersin de bir türlü çıkmaz ya melodisi ağzından,
Al şimdi o hissi,
Bir ömür harcanmışlıkla çarp.
Öyle lanet bir şey.

Sessizliğin, ilham perilerinin kalbine saplanmış bir hançer...

Ben de böyleyim işte,
Özgürlüğünün esiriyim,
Sessizliğinin.
Kelepçe bile kanıyor bileklerimde...

9 Ocak 2016 Cumartesi

Yalnızlık Üzerine...

Yalnızlık,
Bir sokak çocuğunun,
Sabah sabah uykusu kaçmış bir yarasanın,
Unutulmuş bir şehrin yalnızlığı.
Yalnızlık,
Uçamayan kuşlar misali.
Tellere takılmış uçurtmam hala sallanır gökyüzünde.
Ama hala gök yüzündedir,
Ki muhim olan da odur.
Arada bir de kuşlar ilişir yanına o kadar.
Yalnızlık,
Tek başına yaşarmışçasına.
Ah bahçemin kırmızı gülü ne de dikenlidir.
Ulaşılamaz olan ne de yalnız.
Yalnızlık,
Dağlar misali,
Koca heybetli yalnız dağlar.
Ne diye küstürürler tavşanları anlamam.
Yalnızlık diyorum aziz dostum.
Yalnızlık,
Nargileye konulmus tek köz gibi.
Tek başına sönüp, eriyip gitmek.
Her nefeste biraz daha bitmek.
Yalnızlık,
Ve bir sokak lambasının
El değmemiş ışığı.
Gecemi aydınlatan karalama hali kadar yalnızlık.
Yalnızlık,
Boş kalmış veresiye defterleri.
Bir bakkalın kısa zamanlı iktisadi sohbetleri.
Ve yüz kişilik sıranın ucundaki gişe görevlileri.
Yalnızlık,
Buruşmuş parmakların ördüğü
Hiç giyilmemiş patikler.
Ahşaptan bir baston.
Beyaz bir saatin tik tak sesleri.
Yalnızlık,
Soğuk tarafı yatağın.
Ve yalnızlık,
Eski bir sandalye gıcırdaması.
Ve şiirler,
Ki onlardır en mahsus yalnızlığa.
Şiirler sever yalnızlığı,
Ve sevilene yazılır şiir.
Öyleyse bu şair,
Sever yalnızlığı.
Çünkü, sevilene yazılır şiir...

Yine bildiğin gibi Ankara

Sabahları aylak aylak kepenk açmaya giden esnaf uykulu.
Şükürsüz çocuklar tekmeleriyor kaldırım taşlarını.
Yükseldikçe yükseliyor minareler,
Anlayacağın iyice uzaklaştı şehir insanı tanrıya.
Elli kuruşa dinini satan kara kara çocuklar,
Yine kağıtlar sıkıştırıyor ellere kızılayın ortasında.
Emekli olmak için epey bir emek harcamış yaşlı amcalar,
Emektar kahvelerin ağaç taburelerinde yine çift zar peşindeler.

Gecenin sessizliği hala ürpertiyor içimi.
Arada bir de ayaz çarpıyor suratıma.
Yaz sıcağına yırtılmış kotlar,
Yine bildiğin gibi.
Bir kaç sokak çalgıcısının enstrümanına misafir oluyorum boş vakitlerimde.

Yine renksiz bu şehir,
Grinin elli tonu da var bu şehirde.
Tartıya koysan, elli tondan fazla ahlaksız da.
Arada bir de yeşil boyalar damlıyor işte sokaklara o kadar.

Metro yine oturan gençlerden şikayetçi,
Okullarsa oturmayanlardan.

Yeni yeni sahaflar açılıyor.
Yeni cümleler boyuyor duvarları.
Her geçen gün daha bir kitaplaşıyor şehir,
Kıyametini beklermişçesine.

Anlayacağın güzel kız, Ankara yine bildiğin gibi.
Gün batımları, mehtap bildiğin gibi.
Değişen tek şey,
Sen gittikten sonra daha bir yazılası oldu şehir,
Bie de kazılası topraklara yeni yeni bedenler gömüldü o kadar...

8 Ocak 2016 Cuma

Hiç Çıkmıyorsun Aklımdan

Seher, şafağı söküyor saplandığı karanlıktan.
Sis çökmüş puslu dağlara, bir buhran havası.
Kasvet iyiden iyiye sarmış şehri.
Kargalar boş toprağı gagalıyor tarlalarda.
Bir of çekiyorum, yine tüm atmosfer ciğerime doluyor.
Adını döküyorum kağıtlara.
Kalemimin paslı ucundan hep senin adın çıkıyor.

Sonrasında biraz daha yükseliyor güneş.
Geçmiş güzlerin hasreti çöküyor gözlere.
Hırsızlar, iyi adamlar, hatta kötü polisler bile uyanıyor.
Ülkemin cumadan cumaya müslüman esnafı kepenk açıyor.
Tam da vakitsiz öten horozların başlarının kesildiği bir vakitte yani.
Yine sen düşüyorsun mürekkebime.
Her sabah düştüğün aklımdan hiç çıkmadan hem de.

Titrek hallerimden yüz bulan güneş, tepeme çıkıyor bir zaman sonra.
Oysa yazları üşümem ben,
Rüyalarımdaki yokluğun veriyor kalbime bu soğuk rüzgarları.
En meczup hallerde, en mecnun çöllerde seraplarını görür oluyorum sonra.
Uçuşan kum tanelerine işliyorum adını.

Ardından dağların arkasına saklıyor güneş yüzünü,
Yavaş yavaş kararıyor hava.
Gidişin düşüyor aklıma.
Başkentin kaldırım taşlarını çiğneye çiğneye gidişin.
Ve ne hikmetse, yine, bir kez daha, sen düşüyorsun kalemime.

Gün batıyor sonra.
Araba kornaları yerini ağustos böceklerinin yakarışlarına bırakıyor.
Toprağına ayak basmış kaç şairi varsa memleketimin,
Bir şeyler "karalıyorlar" beyaz kağıtlara.
Oysa ben, gecenin karanlığını beyazlıyorum nurunla.
Bir kaç cilt saçmalamış oluyor herkes çoktan.
Bense hala baş harfini sayıklıyorum yıldızlara.

Böyle böyle seni anıyorum günde beş vakit.
Ne vakit sen gelsen aklıma alıyorum kalemi elime,
Elem dolu elim huzur buluyor adınla.
Namazlarıma karışıyor göz yaşların.
Ve ben bir kez daha yüceltiyorum kalemimi,
Bir kez daha işliyorum yüzünü kalbime, kağıtlara.

Hem ne olmuş nemnak olmuşsa müjganım.
Böyle böyle seviyorum seni.
Ne olmuş tüm gün aklımdaysa dildarım.
Ben de böyle seviyorum seni.

7 Ocak 2016 Perşembe

Mavi Gökkuşakları

Boğaza yahut ayaza karşı farketmez,
Ben en çok maviyi severim senden fazla,
Sıradan bir deniz mavisini değil ama senin mavini.
Ah be gönlümün düğümü, göğümün kusağı her rengin ilham verirdi bana.

Maziyi silerim, karlar erir yazla,
Ve her kar tanesi deler mürekkebimin tozlanmışlığını.
Çiçekler günyüzüne, tüm yollar gül yüzüne çıkar.

Mecraya söverim geceleri, anlatamam sazla,
Hoş, hiç bir çalgı koşmaz ya yardımıma.
Her derde deva bulur da şu ruh gıdaları,
Dağlara adanmış türküler dahi bahsedemez durumumdan.

Ben aslında seni de severim biraz gözlerinden hazla,
Tüm bu maziyi silmeye çalışmalarım,
Mecraya sövmelerim,
Gökkuşağı çıksın diye ettiğim yağmur dualarım,
Bir mavinin masumiyetinin en güzel yüzünde isim bulmasından...

6 Ocak 2016 Çarşamba

Bir Vardın Bir Yoktun

Sen varsın, haristanlar güle doymaz,
Parfümünün kokusu sarar tüm menekşeleri.
Sen varsın, sayfalar temiz, sayfalar beyaz,
Ah bir kalfanın mürekkepsiz kalemleri

Güller açardı tebessümünle,
Sahi ne de güzeldi mazi.
Ne gerek vardı ki gitmeye,
Halbuki kalsan, gözlerin kafi.

Şimdi soldun da gittin ya sen,
Gülüşüne hasret kaldı güller.
Bir sanattı seni sevmek,
kalfa bendim usta güller.

Kuşlar öten bahçelerde,
Şimdi aslanlar gürler.
Bu y(o/e)k olmuşluğun sesleri,
Sandığımdan daha gürler.

Biliyor musun?
Sen gittin gideli bir gül eksik bahçem,
Küstü menekşe, kokmamaya başladı,
Zamanla, zamanı da aldın yanına,
Ve saatler artık daha da yavaşladı...

Kim demiş içim dışım bir diye?

Bir ben var dışarılarda bir yerde. Gecenin bu saatinde, son demlerinde ayazın, sokaklarda dolaşan. Düşen her kar tanesinde içi ısınan bir ben. Dilediğini seven. Gördüğü bir bank üzerine, yine bir bankın üzerinde sayfalarca karalayan bir ben.
Biraz çocuk, epey de bir özgür dışarıdaki ben.
Dışarılara ağız dolusu söven, ve yine ağız dolusu seven bir ben bu dışarıdaki. Gördüğü her su birikintisine batırıyor ayaklarını. Batmışlığı hissetmek istiyor bazen, bazense sırf yaşlanmanın nasıl bir duygu olduğunu anlamak için yapıyor bunu. Kaç söndürülmemiş izmariti varsa kaldırımın hepsinin üzerine basıyor. Hali duman olmuş şehrin efkarını dindirmek için hiç bir dumana izin vermiyor. Ne vakit kasvetli görse havaları, bir kaç kuruş para atıyor açık gördüğü her gitar kabına. Kuşlar sussa o ötmeye başlıyor meczup misali. Bir sussa şu kuşlar, onun ciğeri düğümleniyor mecnun misali.
Her sabah güneşi, onun yüzüne parlıyor, ve yine mehtap en güzel onun yüzüne vuruyor geceleri. Bu yüzdendir belki de, bir başka onun kelimeleri, heceleri.

Kim ne derse desin seviyorum ben bu dışarıdaki beni. Bir futbol maçında berabere kalmak gibi bir şey bu, tam sevinemesem de yalnız olmadığımı bilmek hoşuma gidiyor.
Hem ne olmuş yani bir kaç hayalimizi kırdıysa? Mükemmel bir dizinin de dediği gibi hayat dediğin yanlış anonslardan ibaret zaten...

5 Ocak 2016 Salı

......

Her şeye nokta koyuyorum bu aralar...
Bir sevdaya.
Bir aşka.
Yada ne bileyim bir yüze.
Bir söze mesela,
Bir göze.
......
Kaç penceresi varsa açık kalmış hayatımın,
Hepsine ayrı ayrı nokta koyuyorum.
Bir zaman sonra bakıyorum ki aslında her şey noktalardan oluşuyor.
Harfler mesela binlerce noktanın ahengi oluyor.
Kelimelerse, tıpkı hayat gibi ünsüzlerin ünlüleri kovaladığı harf karmaşası.
Evet evet, kelimeler de, tıpkı hayat gibi noktalardan oluşuyor.
......
Bense nokta kaynayan hayata,
Delirmişçesine dolduruyorum bu şekli boyutu belirsiz cismi.
......
Koyduğum her nokta,
Büyütüyor en baş harflerimi,
Yarım kalan paragraflar,
Keskinleştiriyor satır başlarını...

Anarşist Değilim Ben...

Ben anarşist değilim be kızılay,
Şu sistem dedikleri dünden dışlamış beni.
Şu sistem dedikleri, dünden olan herkesi dışlamış aslında.
Bir tek sistemciler yaşayabilir sistemde.

Ben hukuksuz değilim be kızılay,
Hakkı savunanların kaçınılmaz yaftasıdır bu.
Hem biliyor musun, hukukçu da değilim daha.
Olsun be, oy kullanmak için siyaset mi okumak lazım?
Yada siyaset yapmak için illa oy kullanmak mı gerek?
Herkesin her şeye burnunu soktuğu bu ülkede bu kime neden garip geliyor ki?

Dışlanmışım dediysem de,
Korkma be kızılay,
Öyle kalabalık yürümem üstünde,
Yerinden oynatmam taşlarını.
Hem ben daha çalışan toma bile görmedim biliyor musun?
Acı gazlarla zehirlemem kaldırımlarını.
Yakmam seni şişelerle.
Fazla da konuşmam öyle ortalık yerde,
Olsa olsa bir kaç şiir yazarım duvarlarına.
Hem ben zaten aklımda yaparım en "içten" mitingimi.

Şsht kızılay.
Şu üstünde gezenlere fısıldama ama,
Sistem dediğimiz de zaten sistem olmak için dünkü sisteme anarşistti.
Olmak zorundaydı.

Aslında hepimiz anarşistiz biraz.
Kimimiz hukuka kimimiz hukuksuzluğa,
Kimimiz hukuklu kimimiz hukuksuz.
Çünkü kızılay, çünkü hepimiz insanız biraz...

4 Ocak 2016 Pazartesi

Sen Bir Aysın

Benim mehtaba düşer gölgem,
Sense çılgınlar gibi dans edersin ayda.
Bu gece;
Seni söyler baykuşlar toprağa,
Deniz kabarır yakamozunda.
Balıklar hasretine çırpınır,
Öylesine aydınlatırsın ki geceyi,
Yarasalar bozar uyku düzenlerini.
Her şey yerli yerindedir ama,
Bir kaç ton atarsın her güzelliğe o kadar,
Dünya yine döner güneşin etrafında,
Sen yine dünyaya mahkum,
Kız kulesi ışıklarını kapatır senin seyrine,
Tüm gemiler motor kapatır boğazın akıntısında,
Ve bir kez daha anlar mürettebat,
Alıp göturen tek şey akıntılar değildir,
Anlar her şey teferruat,
Binlerce güzelliği dünyanın bir senin seyrin değildir.
Neyse, ne diyorduk?
Yerli yerindedir her şey...
Tan yeri tam yerinde ağarır sözlerin misali
Ve gözlerin tek yıldızıdır ufkun.
Ama sözlerin sende kalsın,
bu gecelik gözlerin kafi bana.
Her sensiz gecem daha bir soğuk, bir yüzün seher bana.
Sende kalsın her yazın, bir güzün yeter bana...

Sen bir aysın,
Kaç siyah varsa sana değen,
Parlıyor...
Ben se siyah inciler misali,
Fersah fersah gözlüyorum ışığını,

Sen tutulmalara gelemeyecek kadar dolmuşsun,
Dolunay olmuşsun sen,
Bense, ışıksız sokakların kadim dostu siyah kaldırımlar,
Bense, bense alabildiğine karanlık, alacakaranlık...

3 Ocak 2016 Pazar

Mazi

Bugünü yaşamak isterken delicesine,
Dünün yaşanmışlıklarında boğulmakla geçiyor ömür.
Ve biz,
Biz gökyüzündeki milyonlarca yıldızdan sadece biri olarak geçiyoruz ömre.
Ömür ise her gün bir başka "geçiriyor" bize.

Eskilerin sinmişliği kolay kolay geçmiyor kıyafetlerden.
Tozlansa da kimi defterler, bir gün açık kalan pencerelerden ansızın giren bir rüzgar aralıyor sayfalarını.

Bazı isimler dibine kadar unutulsa da,
Bir gün bir şirket tabelasına
Yada ne bileyim belediyenin ücra parklarından birine yazılmış bulunuyor.

Koparılan her tarih,
"Unutucam" dediğiniz her vakit,
Bir gün yarım yamalak yırtılmış bir takvim yaprağında çıkıyor karşınıza.
Oturulmuş banklar hala sıcak,
El sallanan gemiler hala uzak,
Martılara atılan simitler hala taze olabiliyor.

Misal...
Size mor bir fil düşünmeyin desem?
Düşünürsünüz ama kendi kendinize inkar edersiniz "düşünmedim" diye.

Mazi de böyledir işte...
Unutucam dedikçe gelir kurcalar hafızanızın fabrika ayarlarını.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Mutlu, Sonsuz Bir Yazı

Mutlu sonsuz kitaplar var bir köşede.
Diğerindeyse mutlu ama sonsuz olanlar.
Yarım kalmış hikayeler.
Ardından;
Ufuksuz denizlere atılmış kimi.
Bitememişler, haraplar.
Kimi çırpınmış delicesine
Ama bilirsiniz, namerttir girdaplar.
Kaç masalı varsa sonsuzluğun,
Hepsi biraz bitaplar.
Kaç masal varsa yazılabilmiş,
Hepsi artık kitaplar.
Ve diğerleri,
Hani şu -yazılamamış olanlar-
Birer paramparça hayatlar.
Bu sebepten belki,
Sessiz ve biraz da titrek hitaplar.

Sonsuzluk titretir insanı,
kimini korku vurur,
kimini de ölüm soğukluğu.
Fonsuzluk da titretir bazen,
Ve işte tam da bu yüzden
İyi geceler sevgili okur,
Şarkı listem bitiyor...

Ah! Ankara

Ah! Ankara.
Uğruna şiir yazılan dondurucu ayazın.
Tüm grilerine inat kış elbisen, beyazın.
En uğrak yeri sonu gelmez kaldırımların.
Yazılmış son türküsü sazsız çalan ozanın.
Ah! Ankara.
Beyaz kağıtların unutulmuş kafiyesi

Ah! Ankara.
Bir gül açmıyor sinende.
Öylesine depresif ki bu grin
güller de ağlıyor Sinem de.
Gerçi Sinem hep ağlıyor be Ankara.
Ve Ankara bir gün sulamıyorsun
şu sokak çocuklarının çatlak ellerini.
Ah! Ankara.
Sulak ülkemin kurutulmuş başkenti.

Ah! Ankara.
Neler gizli gri ormanlarında?
Şu sokaklarını "sağ"lı "sol"lu boyayanlar,
Kızılayın ortasındaki kırmızı kırmızı adamlar da kim?
Kimler oturdu yine baş köşene senin?
Ah! Ankara.
Koltuk sevdalarının vazgeçilmez şehri.

Ah! Ankara.
Ne de parlak arabalarının camları.
Kırmızı ışıkların ne kadar da umut dolu.
Elli kuruşluk mendillerin yine kimlerin elinde?
Kara kara çocuklar mı yine kaderlerine kilit vurduğun,
Kederlerine ortak olduğun.
Sahi bu çocukların yüzü neden hep kara be Ankara?
Ah! Ankara.
Bir sokak çocuğunun tertemiz mendili.

Ah! Ankara ah bir gün de titretmesen diyorum içimi,
Bir gün de bağırmasan suratıma ayazın çıktığı kadar.
Bir gün Ankara bir gün...

Bir Ğarip Yazı

Bugün eski dostların defterlerini karıştırırken,
Yüzüne rastladım bir paragrafta.
Sahi eskiden olsa,
Hüzüne rastladım derdim.
Öylesine silinmiş ki izin,
Güllerin öylesine sönmüş,
Günlerin öylesine dünmüş ki,
Göz dahi gezdirmedim cümlende.
Zaten çoktandır koymuştum noktasını bendeki senin,
Virgül atıp bir nefesle devam etmek yakışmazdı artık.
İlk okulda "okunmayan harf" olarak ezberlediğim "yumuşak g" lere benzedin aslında biraz.
Öylesine "g" doluyken,
Öylesine Gönlümdeyken
öylesine Giz olmuşken,
Gam olmuşken,
Gem olmuşken,
Limana hiç yanaşmamış o rotası, yolu meçhul Gemisi senken hayatımın,
Bir anda "ğ" olmuşsun.
Okunmuyorsun artık,
Adınla başlayamıyor hiç bir kelime,
Kitap yazabilecekken simana,
Oturup da iki kelam edilemiyor üzerine.
Gereksiz yere koyulmuş bir harfi gibisin alfabenin.
Bir daĞ Gölgesinden bahsedilmiyor seninle başlayan yazılarda,
Olsa olsa daĞlar denilebiliyor, Gölgesiz Gönülsüz daĞlar.
Arada bir yumuşatıyorsun sivri kalemimin kurşununu o kadar.

Yanlış anlamayın bu yazıyı bir "ğ" kalbime deyip yumuşattığı için yazmıyorum.
"G" lere övgü olsun yahut utansın "ğ" ler diye de yazmıyorum.
Yazacak bir şey bulamadım belki,
Yahut belki de çocukluğum geldi aklıma,
"Ğ" lere "g" dediğim zamanlar,
Sol yanım "agrırken" ki zamanlar hafızamı kurcaladı belki de.
Yahut paragraftaki düşüncenin akışını böylesine bozan cümlelerden konuşmak hoşuma gidiyor belki.
Kaç kere söyledim size,
Nedenini bilmem diye,
Siz bilmezsiniz ben de bilmem,
Arada bir yumuşayan kalemimin,
Simsiyah kurşunu bilir...

1 Ocak 2016 Cuma

Gözü yaşlı sözlerin

Ne vakit bir köşeye çöksem yahut yalnız kalsam bir yerlerde
Ağladığım geceler geliyor aklıma,
Hayal kırıklıkları,
Kalp kırıkları,
Tüm çatlakları, tüm patlakları hayatın
Devam filmleri misali geçiyor gözlerimden.
Gözlerimse ancak bir kaç ciltlik kitaplarda verilebilecek duyguların esaretinde yaşlanıyor çaresiz.
Gözlerim yaşlanıyor,
Sözlerim yaşlanıyor,
Ben yaşlanıyorum sonra.
Bir yaşıma daha giriyorum şaşkınlıktan.
Hatalarım canlanıyor hafızamda,
Can çekişen doğrularımsa bir türlü çıkaramıyorlar kafalarını gömüldükleri karanlıktan.
Girdiğim her yaşta yeni günler,
Döktüğüm her yaşta yeni güller canlanıyor.
Ve her canlanmamda yeni doğmuş bir bebek gibi bir kez daha ağlıyorum ben,
Kar beyazı gömleğim ıslanıyor göz yaşlarımla.
Yüzüme bıraktığı ıslaklıksa yine yüzümde kuruyor.
Günahlarımla ıslanıyorum,
Her nisan yağmurunda biraz daha ıslanıyorum,
Nisanları özlüyorum,
Mevsimleri ayları gözlüyorum,
Her nisanda biraz daha özlüyorum,
Tutsak kalan heceleri her nisan biraz daha sözlüyorum,
Yağmur damlalarına karışsın diye gözyaşım,
Ben her yaz, her kış, nisanları bekliyorum,
İnsanları bekliyorum,