30 Eylül 2015 Çarşamba

Uzun bir husus üzerine uzun bir yazı

Okumuşum hayatı en dip zerresine kadar yaşamaktan zerre umudum olmazken dahi.
Okumuşum şu kaderi "aşağıdakilerden" diye başlamak olan bir ton soruyu yıllarca ve hiç biri de olmamış kafi.
Okumuşum soluksuzca şu sadece satır aralarında nefes alabildiğim şiir kitaplarını hem de en soluksuz zamanlarında hayatın.
Okumuşum zeka seviyeleri tartışılacak insanların ayran misali çalkalayıp durduğu şu eğitim sistem!inde yıllarca sorgulamadan.
Okumuşum.
Ben bir seni okuyamamışım, bakınca konuşamadığım gözlerinden ötesini görememişim. Bir seni bulamamışım kaybolduğum çölde. Bir seni tutamamışım göz yaşlarımı silmekten kayganlaşan parmak uçlarımla. Bir seni unutamamışım kaybolmuş gitmiş onca simanın, muziğin, hatta belki de sevincin içinde bir senin yüzün gülümsemiş şu kaybolmaya yüz tutmuş aklıma ve bir tek gülüşünün şişirdiği yanaklarının kırmızılığı kalmış hatrımda. Bir kül hecenin kör ettiği gözler sana en çok benzeyen hariç tüm renkleri unutmuş.
Bak, bir şey daha öğrettin bana ellerimin yazmaya zorlandığı sensiz gecelerimden birinde, kırmızıymış aşkın rengi, yanan onca kalbin alevinin cazibesine dayanabilen tek renk oymuş zira.

Yine yazayım da rahatlayım derken daha çok sevdim seni, yine aydınlattın beni gecenin en siyahında, umudunu senin bitirdiğin yerde, yine "sevdalattın" beni, şu kaymaya hazır kalbimi bir kez daha soktun rayına.

Sinirlenmiyorum sana yahut umursamıyorum yılgınlığımı felan
Bir sen ol kalbimde yeter bana,
Bir tek gözlerin olsun düşümde,
Adının ahengi bulunsun adın olmasa da her cümlemde,
Sevdan gibi istikrar dolsun verdiğim her sözüm de.
Her geçen gece daha da artıyor sevgim,
Heybemde sevinç de olsa hüzün de.

29 Eylül 2015 Salı

Nefis Terbiyesi

Tutuşmasın eller haramdır.
Son bulamaz bir yangın.
Tutuşmak zira ziyandır.
Yetmez mi ki bu harın.

Buluşmasın gözler ırak dur.
Durdurulamaz bu heves.
Ancak kalbi karartır.
Vucutta yanan bir ateş.

Öyle sev ki selam dur.
Tabur dolusu sevgi dol.
Yakma kalbi temiz dur.
Bir tek ona yan ve sol.

Aşkın Biyolojisi

Şoka uğramış ve görevi -normal koşullarda- kan pompalamak olan bir organın, emir almaya pek de alışık olmayan beyne gönderdiği bir "Sev" mesajı ile başlıyor her şey. Düşüncenin üretilmesi gereken bu yer, aldığı bir komut üzerine çalışmaya başladığında neye uğradığını şaşırıp saçma tepkiler içerisine giriyor. Ve sonraki mesaj "Yan" oluyor beyne. Kulakların, dilin tüm işlevi o birisinin yanında tamamen kalbe bağlanıyor ve ilk görev dışı mesuliyetini üstleniyor bu organ. Ve bir gün kulaklarından giren bir kaç ses dalgası bir tsunami etkisi yapiyor bu kalpte. "Değiş, onun için değiş" deniyor beyne bu sefer. Ardından, kalp tarumar oluyor sarsılmanın verdiği bu acı ile. Kalpten taşan dalgalar gözlere de vuruyor, ve dökülen her göz yaşında daha da yaşlanıyor kalp, ıslanmak ve yaşlanmanın aynı şey olduğu bir kez daha hatıra geliyor hafızada. Ve kalp bir çöküş daha yaşıyor öyle ki dönüp baktığında geride bıraktığı görevine, kan pompaladığı bu vücudun hareketlerini tanıyamaz oluyor. Bir hic uğruna harcanmış onca tuzlu su, bir sevda uğruna yaşanmış onca tekleme üzerindeki, fazla geliyor ona. Sonra bir kalp daha sönüp düşüyor toprağa bir kaç saç telinin gölgesinde yaşlanmış olmanın verdiği yorgunluk ile. Söndürülememiş bir ateş daha buluşuyor kumuyla. Sonra, sonra yeşilleniyor dünya yazılmamış binlerce kelime ve şiir üzerine, sorulmamış binlerce soru üzerine ve sukunetin kulakları sağır ettiği akşamlarla. Yeşilleniyor, ta ki huzur bulsun tüm aşklar.

 Sahi nedir bu mezarlıkların üzerindeki kara duman? Bu karalık bir bahtın değilse dostlarım, bilmeli ki toprak dahi tutuşabiliyormuş bir vücudun içlerinden tüterek.

Allah yakmasın...

28 Eylül 2015 Pazartesi

Haramdır Mecnuna

O kadar çok sevmişim ki zamanında.
Çınar ağaçlarının gölgesinde elimde bir kalemle, bir defter müsvettesinin yetmeyeceğini bilmenin çaresizliğiyle öylesine harcanmış ki hayatım, sahte methiyyeler saçmak zor geliyor şu üç parmağın tuttuğu meretle.
Öylesine içmemişim ki kederli akşamlarda, sarhoşluğunu aşkın vermediği bir sevgi yaşamak zor geliyor.
Gözlerimi kapatıp o kadar çok düşlemişim ki seni en loş odalarda, en meczup hallerde, ışıktan gözlerin seçilmediği bir yerde gerçekten sevmek imkansız artık bana.
O kadar cok sevmişim ki zamaninda sahte sevdalar yetmiyor şu gönlü doldurmaya.
Sahi o kadar çok ağlamaklı olmuşum ki şiir yazdığım her gecede, gözlerim şu sahte güzellikleri görmek için fazla temizlenmiş belki de.
Yahut
Rüzgarın her esintisinde saçının yüzüme vuruşunu öylesine düslemişim ki yurt camının her açık kalışında, bir tenin sevdası bir nefis safsatasınsan öte gidemez olmuş artık bana.
İnsan bir kere yandı mı ateşiyle aşkın yetiyor.
Haramdır Mecnuna Leyladan gayrısı

Sahi be ne sevmişim seni
Öylesine kör sevmişim ki, göze kusur gitmemiş
Öylesine kor sevmişim ki, hiç bir söze husum gitmemiş.
Öylesine sukun sevmişim ki dil, kalkıp da iki kelam etmemiş.

Veyahut boş verin bütün şu şaşaalı lafları sevdiğini düşleyemezken insan, yazmak amaçsızca çizmekten başka bir şey değildir zaten.
Aslında şu yazdıklarımı hüzün dolu bir akşamda bir dostumun söylediği tek cümle açıklıyor, kül tablasında Marlboro izmaritleri görmeye alışmış bir göze Muratti dumanı kaçması gibi bir şey bu yaşadığım...

25 Eylül 2015 Cuma

Geçti bir ömür

Akşam ezanının o mükemmel makamında, çarpık bir dağı izlerken düşüyor unutmaya yüz tuttuğum sesin aklıma.
Yaz sıcağından kaçabildiğimiz istisnai zaman dilimlerinde yani o siyah perde her çekildiğinde üzerimize, tutuğumuz dileklerden artık düşecek yıldızın kalmadığı düşüyor aklıma gökyüzünde.
Ben dahi anlamlandıramazken sözlerimi senin yanlış anlamamanı bekleyişim düşüyor.
Sahi aklıma hep bekleyişim düşüyor, beklemek yani şu "her şey için çok geç" safsatasının nedeni olan fiil.

Öyle işte

Gün batımlarında kurulan hayallerle gecti bir ömür.
Serin bir ağustos akşamının son yıldızı kayarken geçti.
En kötüsü de titrek harflerle yazılmış kelimelerden bir cümle kurmaya çalışmakla geçti.
Hem de her şey öylesine hızlı geçti ki, her şey için çok geçti...

23 Eylül 2015 Çarşamba

Kararsızım bu gece

Kararsızım bu gece yine, demi ayarlanamamış bir çay kadar, Sezen Aksunun "git" şarkısı kadar kararsız.

Zararsızım bu gece yine, odamda bir sivri sinek katliamı yapamayacak kadar zararsız.

Neden bilmem neşesizim, ney üflerken sesini demden yukarı vuramayacak kadar sakin nefesim.

Biraz da huysuzum bu gece, otomatik düzeltmesi açılmış telefona kızacak kadar çocuk ve huysuz.

Ama en çok da sensizim bu gece, kararsız kalacak kadar, zararsız bir neşesizliği huysuzluğun son demlerinde yaşayacak kadar kararsız ve sensiz...

22 Eylül 2015 Salı

Ya Ömer Olacaksın Ya Hayyam

Ya Ömer olacaksın ya da Hayyam bu dünyada.
Turgutu anlamlandıramadığın gecelerde "bana her şair Uyar diyeceksin bundan gayrı"
Cemalin kalemine her baktığında kaybedilmiş bir "Y"nin burukluğunu yasayacaksın içinde.
Taa Fizan'a kadar Fuzuli Fuzuli dinleyeceksin Mecnundan fuzun mecnunluk hissidatı olanları.
Ve bosvereceksin Can Dün dardı bugün geniş gibi luzumsuz espirileri.
Er doğanlar bilmezler yılmak eyleminin anlamını diyeceksin ve kullanacaksın şu elinde olabilme ihtimalini sevdiğin kalemini kendin ve hepimiz adına...

Ayakta bu ölü

Aşk biliyordu ve hatırlar dünü.
Bir gün ortaya döker,
Yaşayamadığın her bir günü.

Aşk yanar ve yakar her közü.
Bir gün o dahi söner,
Yaşatmaz seni hiç bir büyü.

Aşk sağır etti artık her körü.
Ve bugün anlamsız sözler.
Her şeye rağmen ayakta bu ölü.

20 Eylül 2015 Pazar

Bir Demlik Çay ve Bir Dem Sevgi

Klavyeler mi eskiyen, yoksa şu sonu "altına başsız virgüller koyduğum noktalarla" biten cümlelerim mi?
Kalemimin köy zılgıtlı düğünlerde sıkılırmışcasına harcanan kurşunları mı bu paramparça kalbin müsebbibi, yoksa şu yağmurlu ve bir o kadar da sensiz gecelerde altlıksız bardaklarda içtiğim çayın keskinliği mi?
Sahiden de artık küflenmiş bir sözden mi geliyor bu tek hecenin körlüğü, yoksa demini mi fazla koymuşum?
Peki ya bu kaynarlığı kalbimin? bu kadar taze mi daha acın, yoksa umursuzca geçirilmiş gecelerde ben -yine, bir kez daha- çayın altını kapatmayı mı unutmuşum?

Sen en iyisi boşver çayı felan galiba ben bütün demliği üzerime düşürdüm...

19 Eylül 2015 Cumartesi

Dalgaların Son Vedası

Dalgaların son vedasından ayıramazken gözlerimi
Köpüklerin arasından sıyrılıp da kıyıya vurmuş bir balık misali saşkınım bu gece.
Duyguların ilk hebasından kaçıramazken sözlerimi.
Vedaların arasından doğrulup da sallanmış bir el kadar durgun.
Sorguların en acısından, yaşayamazken düşlerimi.
Semaların arasından kopup gelmiş bir sel kadar darmadağınım.
Yine

17 Eylül 2015 Perşembe

En Gece

Çünkü en güzel yazılar gece yazılanlardır.
En güzel gece gece icat çıkarılır.
En çok geceye aşık olunur.
En çok geceye anlatılır dert çünkü emin olunur suskunluğundan tıpkı sonu gibi.
En güzel gece ile içilir çay, anlayamadan demini ve tadarak tüm gizemini.
En kolay gece aydınlatılır güneşin yokluğunda.
En güzel geceleri yaşanır bir hece.
Biliyor musun en çok da geceleri parlar senin yüzün.
Ve en çok da geceleri anlamlanır her sözün.
Çünkü kahretsin ki, en derin geceleri hissedilebilir hüzün.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Bitap gibiyim

Basımı kötü bir kitap gibiyim,
Karman çorman sayfalarım.
Tonlamasız bir hitap gibiyim,
Yanlış zaman duygularım.
Çok sevmisim, bitap gibiyim
Ondan belki korkularım.

15 Eylül 2015 Salı

Mısraların Heceleri

Gitar tellerinin arasına dalıp gitmiş aklım,
Bulunmaz böyle zamanlarda  ne gizlim ne de saklım.
Öyle savunmasız ki bazı notalarda aklım.
Sayelerinde, acının her zerresini tattım.


Huzur vermez, bir sarı saç tellerine asılmış umudum.
Bir de bir çift mavilikte kaybolmuş gururum.
Huzur bazen bomboş kağıtlarda, geceleri.
Bazense yeterli değil mısraların heceleri.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Aklıma düşüyorsun

Yağmurlu gecelerde kalkan toprak kokuları eşliğinde yazdığım şiirler gibi düşüyorsun aklıma. En çok da, Ankaranın puslu sokaklarında saydığım, kırık kaldırım taşlarını çiğnermişcesine gidişin düşüyor.
Öyle bir anda, sessizce,
Firarda ve bensizce.
Limana yanaşırcasına gidiyorsun, sol yanıma yaraşırcasına.
Boşluğa karışırcasına yürüyorsun, sağ olmaya darılırcasına.
Ve en kötüsü de düşemiyorsun, her gece düşdüğün aklımdan...

10 Eylül 2015 Perşembe

Harkadaş kalbimi alçaklara uğratma, sakın...

Bir gülüşün bir kamyon yükü sevgi taşıdığı zamanlardı karşılıksız. Uğursuzlugun son demlerinde tüm böcekler senin adınla uçuyordu. Umutsuzluğun yakarışlarından sıyrılabilmiş bir kaç suskunlukla başbaşa kalıyorduk çayım ve ben. Ve ben yine kan kusuyordum kalemimden her gece, kalp nedenli kansızlığın verdiği acı ile, sahi be başka bir iş yüklemeyin şu organa kafası karışıyor saçmalıyor.
Şükür ki gecti zor günler yahut belki de artık ileri sürülmüyordur. Öyle ya da böyle zor oluyor tekrar açmak bir kez kapattım mı mazi perdesini. Sanırım artık uğurluyum, bir çocuğun üfleyerek uçurduğu uğur böceğinin her kanat çırpışı kulaklarımda yankılanıyor artık. Ve umutluyum, bir kelebeğin kapanan göz kapaklarının açılma ihtimali kadar da olsa. Gururluyum artık, başkasının gözlerine de seninkilere baktığım gibi bakabilmenin haklı mutluluğunu yaşıyorum içimde. Ama hala suskunuz çayım ve ben, kimseye demeyiz derdimizi şu kağıt müsvettelerinden gayrı. Suskunluğumuzu duyanlardan öte dostumuz da yoktur zaten. Söylemişimdir belki yahut bahsi geçmiştir senin için yazdığım onca şeyin arasında hatırlamıyorum "Senden sonra çok degiştim ben". Bir zaman sonra anlıyorum ki "harkadaşlıkmış" sana zor gelen, belki de sadece arkadaşlıkmış lazım gelen.

9 Eylül 2015 Çarşamba

Görünmüş Tezat

Sen haziran sıcağı altında pişmiş kumların uzerinde gezindirirken parmaklarını,
Ben nisan yağmurlarında elleri cebinde gezen bir meczupumdur.
Sen beyaz yaşarsın hayatını.
Ben ise çayımı dahi simsiyah severim.
Sen şiir kitaplarını seversin mesela.
Benim şu içi "aşağıdakilerden" diye başlayan sorularla doldurulmuşlarla geçer hayatım.
Senin ağzın yanarken bir fincan kahveden.
Ben çek bir çay derim -bir kez daha-.
Sen siyah çizgili zebralardan hoşlanırken.
Bana hepsi beyaz çizgili gibi gelir belki.
Sen bana neden sevesin ki çok zıtız, derken.
Ben Cemal Süreya'ya inat bir tavırla şarapsız tezatlıklar yaşarım.
Sen tezatlıklara yumamazken gözünü.
Diyemem ben de "aşk dediğin de kalp ile aklın tezatlaşmasından çıkmamış mıdır zaten..." diye yüzüne.
Ve ancak nisan yağmurları dinler beni bu saatten sonra.


"Mağrurlanma ya hacı, hor görme dilharabı
Her haramdan bize de bir gün azat görünür 
Hem aşık ol, hem şair, hem tanıma şarabı,
Nerde böyle çelişki, böyle tezat görünür. "

Cemal Süreya

İnşallah üstad, inşallah...

8 Eylül 2015 Salı

Seni Yazıyorum, Bana Yazıyorum...

Ne kadar saçmalasam da az geliyor bazen. Yazdığım tüm edebiyat kuruntuları hep bir  yenisini daha istiyor benden.
O kadar çok anlattım ki sana seni, okumamışsındır dahi hepsini, olsa olsa duymuşsundur.
Ya da ne bileyim düşünüyorum bazen, belki de anlattığım kadar bile yokmuşsundur.
Hem kim demiş sana yazdığımı?
Böylesine karşılık beklenmeyen bir amaç uğruna eskitilmemeli hiç bir kalem yahut bir şairin uykusuzluğuna neden olabilecek kadar düşünülmemelidir hiç kimse. Benim de artık sen sıkmıyorsun canımı, seninle olmamaktan ziyade yazmamak artık kötü hissettiriyor bana. Sen diye bir alışkanlığım vardı benim, bağımlılık gibi bir şeydi bu. Gitmek bilmediği gibi bu alışkanlık başkalarını da çekti yanına. Senin yerini dahi almıştır belki bilmiyorum bazen seçim yapmak zor geliyor. "Seni mi düşünsem yazı mı yazsam? Senimi düşünsem de yazımı yazsam." gibi basit kelime oyunları ile çözebiliyorum böyle problemleri zor da olsa derinlerde. Fakat yazmak her gün o kadar basit olmuyor işte, sen gözlerini mutsuz kalkacağın bir sabaha açacağını bilerek kapatmak ne demek bilir misin?

6 Eylül 2015 Pazar

Vatan sağolsun

Onlarca şehidin ardından bakıp diyecek ki zırhlı araçlarla getirildiği jammer cehennemi sarayında bugünün saraylısı, vatan sağolsun.
Dini siyasete alet edebilmiş kim varsa, arkasından koşan, yöneticiden ziyade başına çoban arayan amca, bir evladın daha gitti bugün başın! sağolsun.
Şehit olmak en büyük arzumdur deyip de koruma sayısını sorsak bilemeyecek pek kıymetli büyüğümüz, say bir kaç deste parayı ki oğlun sağolsun.
Bir süper kahramana daha kavuşur ülke yakında, benzerini yıkmaya çalıştığınız yurtları ve bir benzeri olmayan paraları ile, bilal sağolsun.
Daha ilk maaşını almamış polisleri kasıtlı bir şekilde doğuya ölüme yollayan zihniyet, mahşerde kaldırdığın elin ..... -içimden gelmedi be söylemek-
Bunu yapan paraleldir deyip gördüğü her ampulde aydınlanma yaşayan genç sen haberdar olma dünyadan, onlar için kafi olan OYun sağolsun.
İktidar hevesine, bir ülkeyi yakan büyük! lider, senin de canın sağolsun sağ olsun ki her geçen gün sağlığının verdiği acıyla kabarsın defterin...

5 Eylül 2015 Cumartesi

Kelimeler Albayım!

 Yıldızlar dürttü yine, uyuyamadım albayım.
Gözlerime ışıklı bir perde indiren ayın nurundan sanıyorum bir serap gördüm uzay çölünde. Berfin yazıyordu kırık cam parçalarına benzeyen samanyolu karmaşasında. Ne görmüştüm ne de duymuştum o güne kadar bu ismi, sonra fark ettim ki; ne aynı milletin dilini tercüme içine girişmiş bir lügat görmüştüm, ne de doğudan yükselen zılgıtları duymuştum.
Sahi siz şiir okumazsınız değil mi? Eğer okusanız bilirsiniz ki; "kelimeler albayım" bazı anlamlara çok güzel geliyor bazen, bazense binlercesi anlamsız kalıyor bir dağın çarpıklığı karşısında...

4 Eylül 2015 Cuma

Her şeyin hayırlısı, senin bile...

Alt yazısı kaymış filmler gibiyim bazen, nerede duracağımı nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Ne dudaklarını okuyabiliyorum hayranlıkla baktığım yüzünden, ne de içinde hep tek bir şey aradığım kelimelerini anlamlandırabiliyorum.
Bazen de ikinci sınıfta düz sıra halinde pttden pul aldırılıp zorla yazdırılmış adressiz zarflara koyulan mektuplar gibiyim. Nereye gideceğimi, nereden başlayacağımı bilmiyorum. Senden baska ne yol ne de gidilecek bir yer biliyorum. Ben de böyleyim işte, hep yanlış zamanda yanlış yerde oluyorum yahut yanlış cümleler kuruyorum doğru yerlerde bulunduğum istisnai zaman dilimlerinde. Senden yana ne şansım vardı ne de bir papatya yaprağında aranabilecek kadar küçük bir umudum kalmıştı her ağlamaklı olduğum günde gülünecek halime. Kederim olduğun aşikardı fakat benim bulmak istediğim kaderim olup olmadığındı. Sonuç olarak çıktığım yer keder kader gibi kelime oyunları ile edebiyat yapmanın tehlikeli olduğunu anlamamdan öte gidemedi. Her neyse bırakalım bu bir şairin kaleminden belki de sanatsalbir zorlama ile çıkarılmış edebiyat kuruntularını. Gerçekten şanssızlığım mıydı beni bu duruma getiren? yoksa bu bütün zaman ve mekan kavramlarını elinde tutanın bana oynadığı küçük oyun benim dunyadaki en büyük şansım mıydı? Sahi o gün "ben de" desen ne olurdudan ziyade ne olmazdıya yoğunlaşmalıyım belki de. Ne olmazdı? Varlığın bana yokluğun kadar büyük bir ilham olamazdı mesela, yazamazdım şu benim bile nasıl yazdığımdan emin olamadığım satırlar dolusu yazıyı. Yazabildiğimin farkına varamazdım mesela şiirsiz geçen onca yağmurlu gecenin üstüne. Hayırlısıymış sensizlik sanırım, zira şuana kadar neden dediğim ne varsa hepsinin bir hayrını gördüm hayatta. Ne güzel be hayata pembe gözlüklerden bakmak, açmak penceremi her gün daha güzel bir güne. En güzeli de ne biliyor musun, yokluğunun da en az varlığın kadar hatta belki daha da yettiğini bilmek ve çürütmek bir dumandan çıkmış gri düşünceleri. Sadece yedi renkten oluşan bir gökkusağının, griler şehri Ankarayı renkledirebildiği kadar da olsa mutluluk katmak hayata iyi geliyor hem.
Her kitap hayırlısı ile bitmeli öyleyse yahut karşınıza çıkan her sonun hayırlı olduğunu bilmek gerekir öyleyse, ve hiçbir zaman karışmamalı tanrının işine, "hayırlısı" olmalı bir son mesaj hayırlısı öyleyse.

Ben de böyle sürekli yazıyorum ama bir gün bir işe yarayacak bu yazılar ve dönüp baktığımda arkama, geçirdiğim güzel zamanlar olarak kalacaklar mazi defterimde biliyorum. Belki de bilmiyorumdur hiçbir şey bilmediğim gibi. Hayat işte, hayırlısı be -yok yok o düşündüğünüz çiçek değil-...

Biz kimiz?

Acılarını içine atmış bir halkın sindirilmiş evlatlarıyız biz. Ortadoğuda avrupalı, avrupada ise geride kalmış ortadoğunun umutsuzca gelişmeye çalışan fakat hala gerici bir ülkenin birbirlerinden başka dostu olmayan evlatlarıyız biz. Üç kıtadan çekilip de anadolu denen bu küçük toprak parçasında dünyadaki tek toprak parçası buymuşçasına umursamaz bir halde yaşatılan yahut uyutulan halkın uyku bilmez evlatlarıyız biz. Türkü Kürde, Kürdü Türke kırdıran bir devletin değil. Teröristin kökünü kurutanların kökünü kurutmaya çalışanların, bir kaç çuval kömür için, doğuda o kömürlerle dahi yakılamayacak bir yangın başlatan bir halkın o sefil evlatları değiliz biz. Ampullerin yaydığı yapay ışıklarla oluşturulmuş karanlık noksanlığında parlayamayan yıldızların söndürülmüş evlatlarıyız biz. Yolsuzun bilmem kaç kilometre asfalt yolunu yol sanan sürücülerin! freni boşalmış evlatlarına benzemeyiz. Dünyaya saygıyı sevgiyi öğreten bir peygamberin izindeki talebelerinin evlatlarıyız biz. Yahudi cenazesine dahi saygı gösteren bir dine inandığını söyleyip de şehide "o da asker olmasaymış" diyebilecek kadar alçak bir halkın evlatları olamayız. Sorgulanmaya korkanlara karşı gelen, trafik cezam dahi yoktur diyebilecek kadar temiz bir halkın, kefenli değil beyaz gömlekli evlatlarıyız biz. Bizim öyle ihtişamlı saraylarımız yoktur zira gönüllerdedir bizim için en büyük taht. Üçüncü köprümüz de yoktur bizim, gerek de duymayız buna, bizim için köprülerin en büyüğü gönüller arasında kurulandır. Ne o günümüzde üç liranın üstüne çıkan beyaz kağıtlar eğdirebilir başımızı ne de şu sorgulamadan içine soktuğunuz dört duvar, bizim kıbleden başka secdemiz olmaz. Biz böyle bir halkın evlatlarıyız işte. Kimin ve neyin evladı olduğuna dikkat etmeli insan...

Tarık Gönen

3 Eylül 2015 Perşembe

Bırak da silebileyim

Bırak da bir zamanlar gördüğün bir düş olarak kalayım, hem sen de sıkılmışsındır artık yüzümü her gün görmekten.
Bırak da bir zamanlar yaşadığım bir düş olarak kal, hem belki ben dahi sıkılmışımdır her gün acı çekmekten.
Bırak bırak beni de tekrar sevebileyim, "hayal dahi edilememiş bir şeyin verdiği o inanılmaz haz" sen ol.
Bırak da lekesiz aklımın sonsuz gün ışığını sil baştan arayabileyim.
Geride ne iz kaldıysa benden bırak, bırak ki senin, yılmaz abinin de dediği gibi "sadece bilmek zorunda kalanların bildiği yol üstü lokantasında" benimle olma ihtimalinin olmadığını bileyim.
Bırak beni bir çayımı da senin bilmediğin günlerdeki kadar huzurlu içebileyim.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Bozulmuş bir Yemin! Daha

Yazıyorum yine ama bu sefer farklı bir şey var gözlerimin buğunda. Ne içimin soğukluğu ne de düşünün sıcaklığı sebep oluyor göz camlarımda birikmiş neme. Doğrusu ne olduğunu ben de bilmiyorum, gün içinde bir şarkı duymuştur belki bilinçaltım bilmiyorum, yahut eskiden oturup da seni düşlediğim yerlerden birine rast gelmiştir yolum.
Siir bahanesidir aşkın diyordum, aşk bahanesiymiş şiirin. Bak gördün mü rüştü bir konuda daha zıt düştük seninle...
İnan seninle alakası yok bu sefer, insan bir kere alıştım mı yazma bırakamıyor. Sanırım ele bulaşan mürekkep lekeleri -tabi anneme sormak lazım ama- kıyafettekilerden dahi zor çıkıyor. Bir kere vardın mı tadına derdini kağıtlara anlatmanın artık en samimi dost dahi uzak geliyor sana. Ve bir A4 kağıdı ile sırdaş olmamın en güzel yanı her zaman bir tane temin edebiliyor olmam sanırım. Ee napıyım kalemde durduğu gibi durmuyor ki mürekkep.
Öyle iste bir yemini daha bozdum sana karşı, hoş daha önce sevmeyeceğimi de söylemiştim, alışmıssındır artık.

İnatlaşma Faslı

Ölümüne yaşıyorum hayatı,
Ölüme inat hem de.
Kederine seçmişim aşkı,
Kadere inat senle.

Gülüşüne veriyorum sebatı,
Güllere inat demde.
Sebepsizce yazdığım her yazı,
Sebebe biat senle.