30 Haziran 2019 Pazar

Havvadan sudan bir bahs

Sade bir yaz sabahıydı topladığımda bavullarımı.
Kaç yalnızlığı varsa bu şehrin dolduruyordum ceplerime.
Kendimle yalnız kalamazdım, yalnızlıklarım kalabalık etti beni.
Tüm perdelerini kapattım güneş girmeyen evimin.

Sade bir yaz sabahıydı topladığımda bavullarımı.
Ne terletiyordu yaktığım hatıralar, ne de titretiyordu hatırladığım o son gülüşün soğukluğu dudaklarımı.
Ruhsuz bir adem kadar topraktım, ölüm kadar berrak.
Ve bir cennet bahçesinde rastladım cezası yaşam olan o yasak meyveye.

Sade bir yaz sabahıydı topladığımda bavullarımı.
Bir sonsöz yazdım güneşin aydınlığına.
Son mürekkeplerimi damlattım, son ağacımı kestirdim o son sayfa kağıtta
Ruhsuz bir adem kadar topraktım, ölüm kadar berrak.
Ve bir cennet bahçesinde rastladım cezası yaşam olan o yasak meyveye.
Daha olgunlaşmamıştı bile,
Bir çift elmacıktan ne zarar gelirdi ki?

Sade bir yaz sabahıydı topladığımda bavullarımı.
Sade bir yaz sabahında yaşlan-mıştı tenim doğrulurken saplandığım çamurdan.
Çok da yaşamak istemediğim sade bir yaz sabahında hapşırmıştım ilk defa.
Ve bir çift elmacık, ruhumu üfletmişti. Sade bir yaz sabahında.
Artık Adem kadar korkaktım, ölüm kadar mutlak.

Hapşu.

27 Haziran 2019 Perşembe

Dört Dallık Nefes

Her şiirini 5 dakikada yazmış ben, bir göl kenarına sürdüm ve yaktım sigaramı bu yazı için. Mühim bi konudan bahsedicem size. Acele etmeyin ama aheste aheste okuyun. “Sevmek” sanatı üzerine karalıycam bu gece, notlar kısmına yazılmış harflere karalamak dersek tabi. Neyse ne diyorduk sevmek sanatı. Kime yada neye duyulan bir şey değil bu sanat. Doğuştan mı verilir, yahut acıyla veya takıntıyla sonradan mı edinilir bilmiyorum. Nasıl edindim onu da bilmiyorum. “Sevmenin sanatı mı olur?” demeyin. Her sevgi sanattır demiyorum. Zamanında saçmaladığım gibi mesele yolda olmak şu bu da demiyorum. Hiç bir edebi amaç eklemeden yazıyorum bu yazımı mazur görün tırmalarsa kulaklarınızı. Ben sadece farkettiğim bir şeyi bir dosta anlatır gibi sizle paylaşmak istiyorum yada telefonumla, hatta belki kendimle. Sanatım için sevdiğimi farkettim sadece. Bir nesneye, bir kişiye olan sevgimi sanatımı icra etmek için duyduğumu anladım. Korkmayın uzun da tutmuycam, tam da şimdi son dört dalımın birincisini bitirdim bile. Ne diyordum, sanat için sevmek. Öylesine kaptırıyor ki insan kendini sevmeye, sanatı için sevdiğinde kör kütük seviyor. Başını, sonunu, öncesini, sonrasını düşünmeden. Kendinde yada bir başkasında nelere zarar verdiğini düşünmeden. Öylesine tatlı geliyor ki sevmek. İçindeki bahardan her yanı kuru yapraklarla doluyor, verilen bir kıvılcımı zerdüşt ateşi yapıyor bir anda ve tapınırcasına seviyor kendi büyüttüğü bu ateşi. Bazen korkutuyor bu ateş çevresini ama kimin umrunda ki, kim ateist yapabilmiş bir zerdüştü. Yaktığı bu ateşe delicesine tapınırken bir bakıyor o kıvılcımı çıkartan küçük dal çoktan kurumuş kömür olmuş, harlandırıyor bahar yaprakları o dalı. -ha bu arada haberiniz olsun ikinci dalım tam da şimdi bitti.- .Her neyse başka bir daldan bahsediyordum. Yaprakların arasında siyahlaşıp kaybolan dalı bir anda harlandırdığı alev mi bu kadar çabuk eritti yoksa zaten kaderdeki sonu muydu bu her sevginin bilemiyor insan. Ama farkediyor ki aşık, her sanatın sonu zevk vermiyor. Bu yüzden hiç durmadan sevmek istiyor insan. Öleceğini bile bile zevkle yaşayabilmesi gibi insanların bu SON noktası unutuluyor her alev dalgasında. Kimlerin yahut neylerin yanıp gittiği o alevde hiç umrunda olmuyo sanatçının. Alevini söndürmemek için ayakkabılarını dahi yakabilen bu zerdüşte bir kaç küçük dal umursanmayacak kadar değersiz geliyor belki de. Ve o yine devam ediyor sanatına. Her sanatçı hep iyi şeyler yaratmaz diyor içinden belki de, yer yüzündeki günahlar gibi.
Sevmek sanatı böyle işte. Bahsettiğim iyi oldu ben de bilmiyordum tam olarak. Belki hala da bilmiyorum. Tek bildiğim yaşarken öğrenmek güzel.
-Son sigaramı da şimdi yakıyorum buraya kadar sabırla okuduğunuz için bir teşekkür maiyetinde-.
Evet, bir aşık size seni seviyorum dediğinde inanın. Sevildiğinize hatta aşık olunduğunuza gerçekten inanın. Ateşin, yaprakların, baharın hikmetini kendiniz sanmayın yeter. Buna pek gerek de yok zaten, imkanınız varken sıcaklığın tadını çıkarın yeter. Kim bilir belki bir gün ben de çıkarırım. Kendiminkine çok alıştım artık yakmıyor.
Sonuna gelelim artık yazının, sigaramı da yarıladım zaten. Kaç kalp varsa dokunduğum bir SON oldu biliyorum, bu yüzden sevdiğim her şeyden özür diliyorum. Seni sevdiğim için özür dilerim. Daha iyi anlıyorum tanrının bir sanatını cehenneme gönderirkenki acısını. Hem cennet sesli bir kızın da dediği gibi “belki de biz öğrenmeliyiz, belki de biz sevmemeliyiz.”. Yahut küçük bir ek, belki de biz sevmemeyi öğrenmeliyiz.
Söndürüyorum sigaramı ve kalkıyorum ay ışığının altından, kim aydınlatıyorsa gecenizi siz de onun yanına gidin, çünkü ben şimdilik yapamıyorum. İyi geceler.

Kuşlar ve Leylaklar

Anlık gelen hüzün rüzgarlarından ibarettir insan. Anlık verilen kararlardan, anlık yaşanan duygulardan, anlık dokunulan tenlerden. Anılık hatıralardan, defterlerden, kurutulmuş gül yapraklarından. Anlık gelen hüzün rüzgarlarından ibarettir insan.
Bazen bi mecnun çölünden kum taneleri getirir bu rüzgarlar, oturtur kirpiklerime tozları ve yaşlandırır gözümü. Belki de bu yüzden uzattı kirpiklerimi tanrı. Yine de durmam bu rüzgarlarda. Çok konuşurum ben yürürken bilirim, ama siz de bilin durduğumda çok susarım. Zordur çölde su bulmak.

Bazen de kuşları beraberinde sürükler o deli rüzgarlar, dalından kopmuş, kırılmış kaç çiçeği varsa kentin hepsini sürükler. Kızmıyorum o rüzgarlara iyi oluyo konuşturuyolar beni. O kadar güzel geliyo ki cıvıltılar, kokular. Unutuyorum gözlerimin tozunu. Solmasınlar diye mataramdaki tüm suyu boşaltıyorum büyüleyici çiçeklere. Sonra bir an geliyo susuyorum. Ve yine duruyorum çölün ortasında öylece. Artık sertleşen kalbimi savurmaya yetmiyor rüzgarların gücü.
Suçu yok su verdiğim çiçeklerin, kokladığım güllerin, şarkılarını dinlediğim kuşların suçu yok. Sert çölün rüzgarı çoktan dağıtmıştı iklim haritamı, tanımını dahi unutmuştum baharın. Bir umuttu doğanın ikinci rüzgarı kuşlar ve leylaklarıyla. Esti geçiyor işte dokunuşlar ve kuruttuklarıyla.
Belki diyorum içimden, bir gün alırım tüm menekşelerin kokusunu ve çiçek açar ıhlamurlar. Belki yeni bir doğuş, uçan leyleklerle değil açan leylaklarla gelir bir gün.
Belki siz de bir gün kuşlar ve leylaklar kadar çok sevilirsiniz.