24 Ocak 2016 Pazar

Hayaldaş...

Hayal kurmak,
Dünyanın bizi oturttuğu sıralarımızdan çıkıp.
Sıradışı olma halimizdir.
Kendi dünyamızda kendi düzenimizde,
Çilesiz bir hayat kurmaktır hayal kurmak.
Ne bir annenin feryadı duyulur burda,
Ne de bir çocuk ağlaması.
Ne birilerini kırarsınız hayallerinizle,
Ne de hayaliniz de birileri kırılır.

Hayal kurmak,
Sarı kapaklı bir kitabın,
Sarı sayfalarından birinde bulunan bir dipnotda "dipnefes" almaktır.

Hayal kurmak,
Son katmanı ses yalıtımlı bir gezegende
Tüm çığlıklardan, gürültüden,
Dünyayı kaplayan o pis görüntüden uzaklaşıp,
Kendi kafanızda kafanızı dinleme halidir.

Hayal kurmak,
Hayat kurmaktır,
Cesaret ister,
Esaret ister,
Kefaret ister...

Bazen yalnızlık dahi ister,
Bazense iki yalnız,
Yahut yalnızlar ordusu bile paylaşabilir hayali zaman zaman.

Yine de hayal kurmak,
Kapalı kutulardan gizler taşır.
Her müzikten tizler,
Yaşanmışlıklardan izler,
Yazılmışlıklardan sözler taşır.
Her günbatımından gece,
Her şiirden hece taşır,

Yine de hayal kurmak, her duyguyu yüce taşır.
Hem senin hayalin bu bırak,
Doldur bardağın tamamını, istediğini de taşır.
Bardağa da hep dolu tarafından bakarız böylece.

Korkma ziyan olmaz dökülenler de,
Yeni yeni çiçekler açar sehpada.
Diyorum ya,
Bardağa hep dolu tarafından bakarız...

Çok basit aslında olay,
Aç TDK yı bak, hayal düş demek.
Kim varsa camından görünen evde,
Hayaldaş demek...

Susarak Özlüyorum Seni

Sukun kalmış dillerin şahitliğinde bu gece de susarak özlüyorum seni.
Tek söz etmeden,
Üzerine cilt cilt kitaplar yazılabilecek onlarca güzelliğini bir kenara koyarak,
Sadece susarak özlüyorum seni.
Ben bir nefes alıyorum bir bahçe gül soluyor,
Bir görsem gözlerini bahçelerim gül doluyor.

Sonra,
Sıcak yaz günlerinin kavurucu sıcaklığında
Su satarak özlüyorum seni.
Sana duyduğum yardım isteğini insanlarla tatmin ediyorum.
Kızılayın ortasında, soğuk su diye bağırıyorum.
Sokak çocuklarından para almıyorum ama,
Bir gülümsese yetiyor onlar.
Çiçekleri de suluyorum zaman zaman.
Ama, ama hiç bir güle de su vermez oldum senden sonra,
Güzelliğine benzetme bulmak zor bilirim,
Yine de seni hatırlatıyor bana güller.
Anlayacağın zaman zaman da "susatarak" özlüyorum seni.
Dedim ya bir nefes alıyorum güller soluyor,
Solarak özlüyorum seni.

Ve biliyor musun özlemim,
Bir Ahmet Aslan türküsü yetiyor halimi tasvire.
Bir şarkı ezgisine hapsettim dillerimi,
Sadece susarak özlüyorum, özlüyorum seni...

23 Ocak 2016 Cumartesi

"G"özlü Sözler

Gözler ki gecenin kör karanlığı.
Gözler ki en aydınlık mavisi okyanusların.
Gözler ki, unutulmuşluğun en masum hatırları.
Gözler ki bir pusun en derin gizleri.
Ve sözler ki bir gözün umut dolu tasviri.
Gözler ki sızlar,
Sözler ki kıvranır bir göz çaresizliğinde...

Dipnot: bu şiirin ilhamı alıntıdır

Bir Dağınık Yazı

Küçükken de böyleydim ben.
Ne vakit boş kalsa aklım,
Bir şeyleri takardım kafama.
Yahut aklım yine bir şeylere takılır sendelerdi.
Ne çok mutlu ne çok üzgün değilsem mesela,
Yani boşsa aklım o an,
Takardım bir şeylere.
Şimdilerde ağır manalar yüklüyorum tabi bu takıntı hallerine.
Ağır kalpler...
Oysa ne masumdu küçük takıntılarım.
Kaldırımların çizgilerine basmazdım,
Şaşkın bakışlar arasında bazen büyük bazen küçük adımlarla yürürdüm.
Sonradan ilhamım olacağını bilmediğim griliklerin dengesiz desenlerinde dans ederdi ayaklarım.
Sahi kimse de ilişmezdi o zaman,
Şimdi de ilişmeyin.
Hem diyorum ya,
Küçükken de böyleydim ben,

Biri dokunma dedi mi sobaya inadına yapıştırırdım parmaklarımı.
Anlayacağınız çok defa yandım küçükken,
Ama hiç biri kanatmadı şimdikiler kadar.
Kanamak demişken,
Ben küçükken de kanardım çok.
Pamukların şekerine mesela,
Yahut ağzıma iniş yapan hiç uçmamış uçaklara.
Çok kanardım küçükken.
Ve farkettim ki;
Büyüyünce de kanıyoruz,
Ama daha büyük şeylere kanıyoruz.
Daha derin kanıyoruz,
İnsanlara kanıyoruz,
Yalanlara doğrulara kanıyoruz,
Ve bu kanmışlıklar ortasında bir gün,
Hiç de farketmediğimiz bir anda hem de
Kanamaya başlıyoruz.
Kan olmaya başlıyoruz.

Kanıyoruz...
Yanıyoruz...
Sahi ne farkı var ki bu ikisinin?
Kan kırmızısıdır ateş,
Ateş kırmızısıdır kan.
Ve ikisinde de vardır giz dolu sarılar.

Ah dostlar ah,
Küçükken de böyleydim ben
Ayağıma artık gelmeyen ayakkabılarımı yırta yırta parçalardım.
Kalıbına uyduramadıysam bir şeyi,
İyice berbat ederdim anlayacağınız.
Tek fark,
Küçükken sahip olduklarımı eskitirdim,
Şimdilerde ise ati eskitiyorum mazilerin hatrına.
Misal bazılarınız bu paragrafı da kalıbına uyduramayıp berbat ettiğimi düşünecek,
Haklıdırlar da belki,
Yahut kim bilir belki de Ankaralılardır.
Aklıma gelmişken söyleyim,
Belki de Ankara dostlarım,
Ciddi ciddi birilerinin memleketidir.

Neyse ne diyorduk?
Beyaz çikolata?
Yok be,
Küçükken diyorduk.
Küçükken de böyleydim ben,
Canım bir şeyi çekti mi yutkunurdum bir kaç kez,
Yemiş kadar olurdum.
Şimdilerde ise bir yerlere yazıyorum yaşayamadıklarımı,
Yaşamış kadar oluyorum.
Hem hayat dediğin nedir ki?
Bir tebessüm ettirse yeter bana.
Peki,
Hayallerle de tebessüm edemez mi insan?
Eğer öyle ise bu rüyalarımdaki kahkahalar niye?
Sahiden de dedikleri gibi hayaT ile hayaL arasındaki duvar TLmi?
Peki öyle ise hangi karşılaştırma karşılar üç tl olan doların harflerini?

Off
Yine dağıldı be konu.
Ben de dağıldım biraz.
Arka fonda Kıvırcık Ali çalarken kim dağılmaz ki zaten?
Siz de dağılın zaman zaman.
Sigara ile değil ama,
İzin verin bir kaç nota olsun sinenizin vurgunu,
İzmarit dumanları değil.

En iyisi ati eskitilsin diye yazılmış bu yazıyı burada bitirelim ve böylece koyalım maziye.
Atiye geçmiş olsun,
Maziye geçmiş olsun bu yazı.
Sana da geçmiş olsun sevgili okur,
Yoksa nasıl eskir mazinin yaşanmışlıkları,
Sevdalar ve yazılmışlıkları.
Nasıl geçer silinmişliklerin, baharı, kışı, yazı.
Bir hastalık nasıl geçer yoksa...

22 Ocak 2016 Cuma

Şiir Olalım

Tut elimden bir şiir oku bana,
Bitecek gibi değil bu yollar,
Yeniden çocuk olalım.

Bak gözlerime,
Bir çocuk masumiyetiyle,
Bir kez göreceğin bir gezginin
Bırakıp gittiği emanetiymişçesine bak,
Şiir olalım masumlara, gezginlere.

Sor sözlerime,
Nerde bu yüzünün ışıltısı,
Bir sorgu odasının sönük lambaları misali, sor.
Şiir olalım, cevaplara, virgüle,
Bir gülün kırmızılığına şiir olalım.

Sen şair ol sonra,
Karala ne istersen,
Biz yine şiir olalım.
Her karanda saçlarımı göreyim,
Her kafiyen bizim kadar uyumsuz olsun,
Şiir olalım, hayatlara, yazarlara, karalara, denizlere.

Sonra yine tut elimden,
Bir şiir daha oku bana,
Evet yolcuyuz ama bitecek gibi değil yollar,
Biz en iyisi yeniden çocuk olalım,
Yeniden şair,
Yeniden kara,
Yeniden masum olalım.
Yeniden bile yeni olalım.
Sonra sen yine şiir oku bana,
Yeniden şiir dolalım.
Zaten bu toprak yolun sonu yine topraktır,
Toprak olacak olanın, soyu da topraktır.
Sen en iyisi bir şiir daha oku da bize,
Biz seninle yeniden,
Yine toprak olalım.

Hem bakarsın bir gülün yapraklarına karışır bir kaç tozumuz.
Yeni yeni ateşler açar gülde.
Patlayan tomurcuklar yakar gülü.
Hem bakarsın bakamayız solan güllere.
Bakarsın, bakamaz oluruz kendimize bile.

Sen bir şiir oku bize "toprağım".
Sonrasına...
-en klişesinden, ama en birinci çoğul şahısından- BAKARIZ.
Ne dersin?

19 Ocak 2016 Salı

Ah beyaz kağıtlar

Ben güneşten kör oldum.
Sense kapkaranlık geceden.
Ben sildiğim kadar belirdim,
Sen eridin, izi kalan her heceden.

Her ateşte kor oldum ben,
Yine de tutuşmadım.
Dolunay vakti gezindim karanlık satır aralarında.
Gözlerim titrek,
Ellerim tutsak beyazına.

"Kendime böyle hitap etmek ne kadar doğru bilmem ama,"
Okuya okuya yazar oldum ben,
Seve seve de şair.
Ve evet,
Yaza yaza sana yazdım yine.
Üzerine karalanacak başka bir şey yokmuş gibi,
Üzerine karalıyorum şimdi de.
Evet evet senin üzerine dökülüyor kelimelerim,
Ve gariptir ilk defa mecaz yapmıyorum belki de.

Ah beyaz kağıtlar,
Aydınlanmak için karaladığım.
Tezat dolu dostlarım.

Ah beyaz kağıtlar,
Bir gün çekip gitmeyen,
Tek vefakar dostlarım.

Ve ah beyaz kağıtlar,
Kesilse de konuşabilen tek ağacı,
Ölümcül en dar-ağacı tabiatın...

17 Ocak 2016 Pazar

Şiir yaşamak

Gece gece şiirler yazarim ozanlar, çalgıcılar üzerine.
Ülkemin bülbülleri her seher vakti bir başka öter bana.
Bir sokak lambası geçdi mi satırlarımda,
Gördüğüm her loşluk ilham verir kalbime.

Şiirler yazarım, Ankaranın griliği üzerine,
Hatta biraz da abartarak belki.
Ve nerde bir yeşillik takılsa gözüme başkentte,
Sıkarım kalemimi parmaklarımın arasında.
Sokak çocuklarının her hareketi daha bir burkar içimi,
Hep dışarıda kalır aklım,
Her fırtınada biraz daha savrulurum artık.
Şiirler yazarım olur olmadık şeylere,
Olur olmadık zamanlarda.
Her konu üzerine bir şeyler yazasım gelir,
Gördüğüm her banka oturur el sallamaya başlarım.
Bir nevi eyvallah deme şeklidir yazmak benim için.
Öten kuşa,
Sokak çocuklarına,
Başkente,
Hatta az yanan lambaya bile
Eyvallah derim gönül dilimce.

Hiç bir şeye de şaşırmam yazdıkça.
Her şey yazılsın diye konulmuştur tabiata.
Bir yerde kışın ortasında açan bir kaç çiçek varsa,
Bakıp da ilham alsın bir kaç şair diye açmıştır mesela.
Ama zaman zaman, hiç bir şeyi garipsemeyişim garip geliyor bana.

Ben yine de şiirler yazıyorum,
İnsanlar garip,
Parmaklar tutsak,
Kelimeler suskun,
Kalpler buruk.

Şiirler yaşıyorum,
Lambalar loş.
Eller kara,
Eller beyaz,
Şehirler gri,
Şehirler ayaz.

Yaşadıkça da her şeyden ilham almaya başlıyorum bir zaman sonra.
Yaşlandıkça ellerim -tıpkı insanlar gibi- daha bir doluyor.
Sokakta geçerken tanımadığım iki insandan duyduğum bir iki cümleden bir kaç paragraf çıkıyor mesela.
"İlham" Mansız en sevdiğim futbolcu oluyor.
Monopoly oynarken bile,
Ah Mona Poli, beyaz zarlar, ak zarlar diye haykırasım geliyor.

Şiir yaşıyorum,
Yaşanan, yaşanmış ve yaşanacaklar arasında.

Şiirler yazıyorum
Yazılan, yazılmış ve tüm yazılacaklar üzerine.

Ve ben yine şiir doluyorum,
Dolan, dolmuş ve dolacak olan kağıtlarda.
...............

Her ne olursa olsun sevgili okur, şiir yazmak hayata bakışınızı değiştiriyor.
Bir masal kahramanı misali yaşıyorsunuz hayatınızı.
Başınızdan geçen her şeye "berceste" diyesiniz geliyor.
Karalayınca bir şeyleri, belki de ilk defa hayatı yaşıyorsunuz.

Kim bilir kaç ruhsuzun hayatı daha yaşanmadan bitecek,
Kim bilir kaç parmak şu dünyadan kalemsiz gidecek...

Siz en iyisi alın kalemi bir şeyler karalayın,
Siz de aydınlanın biz de...

16 Ocak 2016 Cumartesi

Kırılgan yapraklar

Sefil baharlar yaşanıyor gönlümün iklim duvarlarında.
Bir yanlışı daha anlıyorum.
Yahut ben bir şeyleri daha yanlış anlıyorum yine.

Güz dolaplarım sararmış yapraklarla dolmuş.
Kırgınlıkların verdiği tükenmişlikle unufak olmuş, paramparça yaprak parçaları savrulmuş çekmecemde.
Ve kim ne vakit sarı dese bana,
Açılır olmuş çekmecem,
Unutulmuş bir alışkanlık çaresizliğinde yine kalbimi burkmuşum bilinçsizce koşarken.

Kırılgan yapraklarıma zarar gelmesin diye kırdığım kalpler geliyor aklıma.
Ve çocukça sarf edilmiş bir kaç sözün,
Plastik ağırlıklı ürünler satan marketlerden alınmış ucuz oda spreyleri misali bir türlü geçmiyor odamdan sinmişliği.

Süslü rüzgarlar donatıyor odamı.
Mey kokusundan eser dahi yok ama,
Yenilmişliğin sarhoşluğu, her şeye bedel değilmi zaten...

Başkent mavisi

Bir mavi düştü aşk Ankaranın gri kaldırımlarına.
Ve Ankara artık ne geçmiş kadar masum,
Ne de gelecek kadar günahkardı.
Çaycıları dahi tat vermez oldu şehrin.
Simitlere, şekere zam geldi.
Daha bir efkarlandı karanfilin sesleri.
Loşlaştı sokakların bütün lambaları.
Ankara artık ne geçmiş kadar masum,
Ne de gelecek kadar günahkardı.

Bir mavi düştü aşk Ankaraya.
Gaipten gemi sesleri duyulmaya başlandı.
Oysa ne limanı vardı bu şehrin ne de deniz feneri.
Türküler yazılmaya başlandı kayıp balıkçılar üzerine.
Oysa ne gelen vardı denizden, ne de gitmiş olan.
Bir kaç güzel göz dışında çok bir maviliği de yoktu aslında şehrin,
Bir kaç güzel söz dışında çok da bir şey yazılmamıştı Ankaraya.
Fakat yine de bir mavi düştü aşk Ankaraya.
Ve bu şehir, artık ne eskisi kadar masum,
Ne de olacağı kadar günahkardı.

Sebepsiz yere tutulmaya başladı güneş,
Açmaz oldu çiçekler.
Statlar boşaldı sonra,
Artık daha büyük bir sevdası olduğundan herkesin,
Şehirde takım tutulmaz oldu.
Geceleri ay yüzünü dönmedi Ankaraya.
Olmayan dalgalar kıyısına vurdu kızılayın.
Güvercinler yetmezmiş gibi,
Bir kaç tane de martı dadandı ulustaki Atatürk heykeline.
Bir mavi düştü aşk Ankaraya,
Ve dostlarım,
Ve Ankara ne geçmişi kadar masum,
Ne de geleceği kadar günahkardı artık...

15 Ocak 2016 Cuma

Anı yaşamak, anıları değil...

Böylesine sevdiğimden anı yaşamayı,
Yaşayamaz oldum anıları.
Hatrımda kalan şeyler de zaten
Silinmeye yüz tutmuş hatıralar.
Kin de tutamam mesela,
Bugün vardır benim için
Hatta bazen sadece bu saat.
Düşünmem kime ne demişim
Yahut yarınları var mı bugünlerin.
Saat felan da kullanmam mesela,
Hem kim demiş ki bir gün 24 parçadır diye?
Ve neden inanmış insanlar buna?
Belki de uzay dönüyor etrafımızda,
Biz sadece duruyoruz.
Kim demiş geçmişler anı olur diye?
Ve neden inanmış insanlar buna?
Dünün tükenmişlikleri ile
Yarının yaşanacakları arasına ne diye hapsolmuş insanlar.
Oysa sadece bugün vardır ve özgürlüktür bugün.
Velhasıl kelam,
Anı yaşayan ben
Ne kadar istersem o kadar büyüktür hücrem.
Ne dün vardır bana ne de yarın.
Aslında bütün günler,
Bir gün "bugün" olmak için vardır.
Tıpkı bütün güllerin bir gün solacağı gibi.

Vesselam...

13 Ocak 2016 Çarşamba

Gök kafidir, yer füzun...

Bazen taşlara yazarım dertlerimi.
Meczup misali bazen de ağaçlara anlatırım,
Toprağından bir adım uzaklaşmamış uzun vefakar dostlarıma.
Betonlarda bile kaybolur mürekkebim.
Yahut bir zaman sonra ağaçlar dahi unutur sözlerimi.
Hoşuma gidiyor aslında dünyanın bu hali,
Ne kadar bastırırsam bastırayım üstüne,
elbet siliyor her şeyi.

Bir gün yine sıkılmışken griliklerden,
Bir ağaca yasladım sırtımı,
Döndüm ve başladım.
"Sevgili dostum.
Gök mavi yer beton.
Gök, kuşlar kadar hür,
Yer ağaçlar kadar gür."
Dedim ki ona,
"Göz mavi, yer sukun.
Yerdede mavilikler vardır bilir misin?
Belki denk gelmişsindir bir iki tanesine,
Yahut bu kötürüm halinle bir iki tanesi göz gezdirmiştir dallarında.
Esaretinin bedelini ödetirmişçesine betonlara.
Grilerde dolaşan gezen, mavilikler vardır yerde de."

Hüzünlendi biraz ağaç, dallarını çevirdi göğe doğru.
Tek söz etmedi ama,
Ben de devam ettim,
Ve dedim ki,
"Gök baki, yer hüzün.
Sonsuza uzanır onlar.
Ah bir çift kanadımız olsaydı şimdi ne güzel olurdu.
Bu saplandığın topraktan bir kaç dakikalığına söksem de seni,
Kurtulsan hüznünden."

Yapraklarını hışırdattı koca yeşil dostum.
Yaklaştım biraz, anlayabilmek için.
Dedi ki
"Nasıl?
Ben toprağa doğmuşum,
Toprakta doğmuşum,
Yine toprak olmak için.
Toprak olacaklara gölge olayım diye doğmuşum."
"Ah vefakar dostum" dedim ona.
"Sen sahisin ben mecnun.
Sen akilsin, ben meczup.
Sen en iyisi boşver beni."

"Ah dostum ah,
Ama herkes biliyor ya.
Gök mavidir, yer beton.
Bıraksalar da her renk yerini bilse.
Ne diye bulandırırlar ki kaldırımların berrak grilerini..."

Şimdi diyeceksin ki sen,
Bir renk için sevilir mi gök yüzü?
Ah dostum,
Ben bir mavi gördüm ki,
Artık bana,
Gök kafidir, yer füzun.
Çünkü dostum,
Çünkü herkes bilir,
Gök mavidir, yer beton...

10 Ocak 2016 Pazar

Bi' ses ver

Ses ver biraz.
Nerde o montunun hışırtısı,
Saçların sıradan kalkarken tel tel olur,
Elektrik sesi çıkartırdı,
Yahut her neyse işte o ses,
O nerde?
İyiden iyiye silindin hatıralarımdan,
Umrumda değil,
yer alma artık günlüklerimde,
Fotoğrafını felan da görmeyim bir yerlerde.
Ama sadece bir ses ver.
Kelimelerin de silinip gidecek bir zaman sonra.

Korkuyorum,
Hiç kopmayacak fırtınaların öncesinde de olur mu sessizlik?

Kim bilir nerde ne konuşuyorsun şimdi,
Gerçi saat gecenin beşi çoktan birleşmiştir dudakların.
Gece çoktan yorgun olmuştur üstüne.

Sen en iyisi rüyama gel benim,
Bir kaç bir şey fısılda.
Sövsen de olur sevsen de farketmez,
Şu alfabe denilen büyük nimeti kullan yeter.

Bilirim, bulutlar var aramızda.
Ve hiç aşılmayacak yollar, yürünmediği için.
Bilirim ki hiç bir şey bilmem sevgiden aşktan.
Sen yine de bir kez olsun bağır bana sokağının başından.
Belki bülbüller öter sesini seher vakitlerinde,
Yada belki bir yıldırım düşer arka bahçeme.

Şu saatten sonra seversin sevmezsin umursamıyorum aslında,
Kime verirsin kalbini bilemem,
Senin elin de kalem tutar mı,
Yahut bir kalem senin de elinden tutar mı,
Bilmem.
Kime verirsin kalemlerini bilmem.
Sen bana arada bir ses ver kafi.
Hem sen sevdiğin birinin sesini unutmak ne demek bilir misin?
Hani böyle aklına mükemmel bir şarkı gelir bağıra bağıra söylemek istersin de bir türlü çıkmaz ya melodisi ağzından,
Al şimdi o hissi,
Bir ömür harcanmışlıkla çarp.
Öyle lanet bir şey.

Sessizliğin, ilham perilerinin kalbine saplanmış bir hançer...

Ben de böyleyim işte,
Özgürlüğünün esiriyim,
Sessizliğinin.
Kelepçe bile kanıyor bileklerimde...

9 Ocak 2016 Cumartesi

Yalnızlık Üzerine...

Yalnızlık,
Bir sokak çocuğunun,
Sabah sabah uykusu kaçmış bir yarasanın,
Unutulmuş bir şehrin yalnızlığı.
Yalnızlık,
Uçamayan kuşlar misali.
Tellere takılmış uçurtmam hala sallanır gökyüzünde.
Ama hala gök yüzündedir,
Ki muhim olan da odur.
Arada bir de kuşlar ilişir yanına o kadar.
Yalnızlık,
Tek başına yaşarmışçasına.
Ah bahçemin kırmızı gülü ne de dikenlidir.
Ulaşılamaz olan ne de yalnız.
Yalnızlık,
Dağlar misali,
Koca heybetli yalnız dağlar.
Ne diye küstürürler tavşanları anlamam.
Yalnızlık diyorum aziz dostum.
Yalnızlık,
Nargileye konulmus tek köz gibi.
Tek başına sönüp, eriyip gitmek.
Her nefeste biraz daha bitmek.
Yalnızlık,
Ve bir sokak lambasının
El değmemiş ışığı.
Gecemi aydınlatan karalama hali kadar yalnızlık.
Yalnızlık,
Boş kalmış veresiye defterleri.
Bir bakkalın kısa zamanlı iktisadi sohbetleri.
Ve yüz kişilik sıranın ucundaki gişe görevlileri.
Yalnızlık,
Buruşmuş parmakların ördüğü
Hiç giyilmemiş patikler.
Ahşaptan bir baston.
Beyaz bir saatin tik tak sesleri.
Yalnızlık,
Soğuk tarafı yatağın.
Ve yalnızlık,
Eski bir sandalye gıcırdaması.
Ve şiirler,
Ki onlardır en mahsus yalnızlığa.
Şiirler sever yalnızlığı,
Ve sevilene yazılır şiir.
Öyleyse bu şair,
Sever yalnızlığı.
Çünkü, sevilene yazılır şiir...

Yine bildiğin gibi Ankara

Sabahları aylak aylak kepenk açmaya giden esnaf uykulu.
Şükürsüz çocuklar tekmeleriyor kaldırım taşlarını.
Yükseldikçe yükseliyor minareler,
Anlayacağın iyice uzaklaştı şehir insanı tanrıya.
Elli kuruşa dinini satan kara kara çocuklar,
Yine kağıtlar sıkıştırıyor ellere kızılayın ortasında.
Emekli olmak için epey bir emek harcamış yaşlı amcalar,
Emektar kahvelerin ağaç taburelerinde yine çift zar peşindeler.

Gecenin sessizliği hala ürpertiyor içimi.
Arada bir de ayaz çarpıyor suratıma.
Yaz sıcağına yırtılmış kotlar,
Yine bildiğin gibi.
Bir kaç sokak çalgıcısının enstrümanına misafir oluyorum boş vakitlerimde.

Yine renksiz bu şehir,
Grinin elli tonu da var bu şehirde.
Tartıya koysan, elli tondan fazla ahlaksız da.
Arada bir de yeşil boyalar damlıyor işte sokaklara o kadar.

Metro yine oturan gençlerden şikayetçi,
Okullarsa oturmayanlardan.

Yeni yeni sahaflar açılıyor.
Yeni cümleler boyuyor duvarları.
Her geçen gün daha bir kitaplaşıyor şehir,
Kıyametini beklermişçesine.

Anlayacağın güzel kız, Ankara yine bildiğin gibi.
Gün batımları, mehtap bildiğin gibi.
Değişen tek şey,
Sen gittikten sonra daha bir yazılası oldu şehir,
Bie de kazılası topraklara yeni yeni bedenler gömüldü o kadar...

8 Ocak 2016 Cuma

Hiç Çıkmıyorsun Aklımdan

Seher, şafağı söküyor saplandığı karanlıktan.
Sis çökmüş puslu dağlara, bir buhran havası.
Kasvet iyiden iyiye sarmış şehri.
Kargalar boş toprağı gagalıyor tarlalarda.
Bir of çekiyorum, yine tüm atmosfer ciğerime doluyor.
Adını döküyorum kağıtlara.
Kalemimin paslı ucundan hep senin adın çıkıyor.

Sonrasında biraz daha yükseliyor güneş.
Geçmiş güzlerin hasreti çöküyor gözlere.
Hırsızlar, iyi adamlar, hatta kötü polisler bile uyanıyor.
Ülkemin cumadan cumaya müslüman esnafı kepenk açıyor.
Tam da vakitsiz öten horozların başlarının kesildiği bir vakitte yani.
Yine sen düşüyorsun mürekkebime.
Her sabah düştüğün aklımdan hiç çıkmadan hem de.

Titrek hallerimden yüz bulan güneş, tepeme çıkıyor bir zaman sonra.
Oysa yazları üşümem ben,
Rüyalarımdaki yokluğun veriyor kalbime bu soğuk rüzgarları.
En meczup hallerde, en mecnun çöllerde seraplarını görür oluyorum sonra.
Uçuşan kum tanelerine işliyorum adını.

Ardından dağların arkasına saklıyor güneş yüzünü,
Yavaş yavaş kararıyor hava.
Gidişin düşüyor aklıma.
Başkentin kaldırım taşlarını çiğneye çiğneye gidişin.
Ve ne hikmetse, yine, bir kez daha, sen düşüyorsun kalemime.

Gün batıyor sonra.
Araba kornaları yerini ağustos böceklerinin yakarışlarına bırakıyor.
Toprağına ayak basmış kaç şairi varsa memleketimin,
Bir şeyler "karalıyorlar" beyaz kağıtlara.
Oysa ben, gecenin karanlığını beyazlıyorum nurunla.
Bir kaç cilt saçmalamış oluyor herkes çoktan.
Bense hala baş harfini sayıklıyorum yıldızlara.

Böyle böyle seni anıyorum günde beş vakit.
Ne vakit sen gelsen aklıma alıyorum kalemi elime,
Elem dolu elim huzur buluyor adınla.
Namazlarıma karışıyor göz yaşların.
Ve ben bir kez daha yüceltiyorum kalemimi,
Bir kez daha işliyorum yüzünü kalbime, kağıtlara.

Hem ne olmuş nemnak olmuşsa müjganım.
Böyle böyle seviyorum seni.
Ne olmuş tüm gün aklımdaysa dildarım.
Ben de böyle seviyorum seni.

7 Ocak 2016 Perşembe

Mavi Gökkuşakları

Boğaza yahut ayaza karşı farketmez,
Ben en çok maviyi severim senden fazla,
Sıradan bir deniz mavisini değil ama senin mavini.
Ah be gönlümün düğümü, göğümün kusağı her rengin ilham verirdi bana.

Maziyi silerim, karlar erir yazla,
Ve her kar tanesi deler mürekkebimin tozlanmışlığını.
Çiçekler günyüzüne, tüm yollar gül yüzüne çıkar.

Mecraya söverim geceleri, anlatamam sazla,
Hoş, hiç bir çalgı koşmaz ya yardımıma.
Her derde deva bulur da şu ruh gıdaları,
Dağlara adanmış türküler dahi bahsedemez durumumdan.

Ben aslında seni de severim biraz gözlerinden hazla,
Tüm bu maziyi silmeye çalışmalarım,
Mecraya sövmelerim,
Gökkuşağı çıksın diye ettiğim yağmur dualarım,
Bir mavinin masumiyetinin en güzel yüzünde isim bulmasından...

6 Ocak 2016 Çarşamba

Bir Vardın Bir Yoktun

Sen varsın, haristanlar güle doymaz,
Parfümünün kokusu sarar tüm menekşeleri.
Sen varsın, sayfalar temiz, sayfalar beyaz,
Ah bir kalfanın mürekkepsiz kalemleri

Güller açardı tebessümünle,
Sahi ne de güzeldi mazi.
Ne gerek vardı ki gitmeye,
Halbuki kalsan, gözlerin kafi.

Şimdi soldun da gittin ya sen,
Gülüşüne hasret kaldı güller.
Bir sanattı seni sevmek,
kalfa bendim usta güller.

Kuşlar öten bahçelerde,
Şimdi aslanlar gürler.
Bu y(o/e)k olmuşluğun sesleri,
Sandığımdan daha gürler.

Biliyor musun?
Sen gittin gideli bir gül eksik bahçem,
Küstü menekşe, kokmamaya başladı,
Zamanla, zamanı da aldın yanına,
Ve saatler artık daha da yavaşladı...

Kim demiş içim dışım bir diye?

Bir ben var dışarılarda bir yerde. Gecenin bu saatinde, son demlerinde ayazın, sokaklarda dolaşan. Düşen her kar tanesinde içi ısınan bir ben. Dilediğini seven. Gördüğü bir bank üzerine, yine bir bankın üzerinde sayfalarca karalayan bir ben.
Biraz çocuk, epey de bir özgür dışarıdaki ben.
Dışarılara ağız dolusu söven, ve yine ağız dolusu seven bir ben bu dışarıdaki. Gördüğü her su birikintisine batırıyor ayaklarını. Batmışlığı hissetmek istiyor bazen, bazense sırf yaşlanmanın nasıl bir duygu olduğunu anlamak için yapıyor bunu. Kaç söndürülmemiş izmariti varsa kaldırımın hepsinin üzerine basıyor. Hali duman olmuş şehrin efkarını dindirmek için hiç bir dumana izin vermiyor. Ne vakit kasvetli görse havaları, bir kaç kuruş para atıyor açık gördüğü her gitar kabına. Kuşlar sussa o ötmeye başlıyor meczup misali. Bir sussa şu kuşlar, onun ciğeri düğümleniyor mecnun misali.
Her sabah güneşi, onun yüzüne parlıyor, ve yine mehtap en güzel onun yüzüne vuruyor geceleri. Bu yüzdendir belki de, bir başka onun kelimeleri, heceleri.

Kim ne derse desin seviyorum ben bu dışarıdaki beni. Bir futbol maçında berabere kalmak gibi bir şey bu, tam sevinemesem de yalnız olmadığımı bilmek hoşuma gidiyor.
Hem ne olmuş yani bir kaç hayalimizi kırdıysa? Mükemmel bir dizinin de dediği gibi hayat dediğin yanlış anonslardan ibaret zaten...

5 Ocak 2016 Salı

......

Her şeye nokta koyuyorum bu aralar...
Bir sevdaya.
Bir aşka.
Yada ne bileyim bir yüze.
Bir söze mesela,
Bir göze.
......
Kaç penceresi varsa açık kalmış hayatımın,
Hepsine ayrı ayrı nokta koyuyorum.
Bir zaman sonra bakıyorum ki aslında her şey noktalardan oluşuyor.
Harfler mesela binlerce noktanın ahengi oluyor.
Kelimelerse, tıpkı hayat gibi ünsüzlerin ünlüleri kovaladığı harf karmaşası.
Evet evet, kelimeler de, tıpkı hayat gibi noktalardan oluşuyor.
......
Bense nokta kaynayan hayata,
Delirmişçesine dolduruyorum bu şekli boyutu belirsiz cismi.
......
Koyduğum her nokta,
Büyütüyor en baş harflerimi,
Yarım kalan paragraflar,
Keskinleştiriyor satır başlarını...

Anarşist Değilim Ben...

Ben anarşist değilim be kızılay,
Şu sistem dedikleri dünden dışlamış beni.
Şu sistem dedikleri, dünden olan herkesi dışlamış aslında.
Bir tek sistemciler yaşayabilir sistemde.

Ben hukuksuz değilim be kızılay,
Hakkı savunanların kaçınılmaz yaftasıdır bu.
Hem biliyor musun, hukukçu da değilim daha.
Olsun be, oy kullanmak için siyaset mi okumak lazım?
Yada siyaset yapmak için illa oy kullanmak mı gerek?
Herkesin her şeye burnunu soktuğu bu ülkede bu kime neden garip geliyor ki?

Dışlanmışım dediysem de,
Korkma be kızılay,
Öyle kalabalık yürümem üstünde,
Yerinden oynatmam taşlarını.
Hem ben daha çalışan toma bile görmedim biliyor musun?
Acı gazlarla zehirlemem kaldırımlarını.
Yakmam seni şişelerle.
Fazla da konuşmam öyle ortalık yerde,
Olsa olsa bir kaç şiir yazarım duvarlarına.
Hem ben zaten aklımda yaparım en "içten" mitingimi.

Şsht kızılay.
Şu üstünde gezenlere fısıldama ama,
Sistem dediğimiz de zaten sistem olmak için dünkü sisteme anarşistti.
Olmak zorundaydı.

Aslında hepimiz anarşistiz biraz.
Kimimiz hukuka kimimiz hukuksuzluğa,
Kimimiz hukuklu kimimiz hukuksuz.
Çünkü kızılay, çünkü hepimiz insanız biraz...

4 Ocak 2016 Pazartesi

Sen Bir Aysın

Benim mehtaba düşer gölgem,
Sense çılgınlar gibi dans edersin ayda.
Bu gece;
Seni söyler baykuşlar toprağa,
Deniz kabarır yakamozunda.
Balıklar hasretine çırpınır,
Öylesine aydınlatırsın ki geceyi,
Yarasalar bozar uyku düzenlerini.
Her şey yerli yerindedir ama,
Bir kaç ton atarsın her güzelliğe o kadar,
Dünya yine döner güneşin etrafında,
Sen yine dünyaya mahkum,
Kız kulesi ışıklarını kapatır senin seyrine,
Tüm gemiler motor kapatır boğazın akıntısında,
Ve bir kez daha anlar mürettebat,
Alıp göturen tek şey akıntılar değildir,
Anlar her şey teferruat,
Binlerce güzelliği dünyanın bir senin seyrin değildir.
Neyse, ne diyorduk?
Yerli yerindedir her şey...
Tan yeri tam yerinde ağarır sözlerin misali
Ve gözlerin tek yıldızıdır ufkun.
Ama sözlerin sende kalsın,
bu gecelik gözlerin kafi bana.
Her sensiz gecem daha bir soğuk, bir yüzün seher bana.
Sende kalsın her yazın, bir güzün yeter bana...

Sen bir aysın,
Kaç siyah varsa sana değen,
Parlıyor...
Ben se siyah inciler misali,
Fersah fersah gözlüyorum ışığını,

Sen tutulmalara gelemeyecek kadar dolmuşsun,
Dolunay olmuşsun sen,
Bense, ışıksız sokakların kadim dostu siyah kaldırımlar,
Bense, bense alabildiğine karanlık, alacakaranlık...

3 Ocak 2016 Pazar

Mazi

Bugünü yaşamak isterken delicesine,
Dünün yaşanmışlıklarında boğulmakla geçiyor ömür.
Ve biz,
Biz gökyüzündeki milyonlarca yıldızdan sadece biri olarak geçiyoruz ömre.
Ömür ise her gün bir başka "geçiriyor" bize.

Eskilerin sinmişliği kolay kolay geçmiyor kıyafetlerden.
Tozlansa da kimi defterler, bir gün açık kalan pencerelerden ansızın giren bir rüzgar aralıyor sayfalarını.

Bazı isimler dibine kadar unutulsa da,
Bir gün bir şirket tabelasına
Yada ne bileyim belediyenin ücra parklarından birine yazılmış bulunuyor.

Koparılan her tarih,
"Unutucam" dediğiniz her vakit,
Bir gün yarım yamalak yırtılmış bir takvim yaprağında çıkıyor karşınıza.
Oturulmuş banklar hala sıcak,
El sallanan gemiler hala uzak,
Martılara atılan simitler hala taze olabiliyor.

Misal...
Size mor bir fil düşünmeyin desem?
Düşünürsünüz ama kendi kendinize inkar edersiniz "düşünmedim" diye.

Mazi de böyledir işte...
Unutucam dedikçe gelir kurcalar hafızanızın fabrika ayarlarını.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Mutlu, Sonsuz Bir Yazı

Mutlu sonsuz kitaplar var bir köşede.
Diğerindeyse mutlu ama sonsuz olanlar.
Yarım kalmış hikayeler.
Ardından;
Ufuksuz denizlere atılmış kimi.
Bitememişler, haraplar.
Kimi çırpınmış delicesine
Ama bilirsiniz, namerttir girdaplar.
Kaç masalı varsa sonsuzluğun,
Hepsi biraz bitaplar.
Kaç masal varsa yazılabilmiş,
Hepsi artık kitaplar.
Ve diğerleri,
Hani şu -yazılamamış olanlar-
Birer paramparça hayatlar.
Bu sebepten belki,
Sessiz ve biraz da titrek hitaplar.

Sonsuzluk titretir insanı,
kimini korku vurur,
kimini de ölüm soğukluğu.
Fonsuzluk da titretir bazen,
Ve işte tam da bu yüzden
İyi geceler sevgili okur,
Şarkı listem bitiyor...

Ah! Ankara

Ah! Ankara.
Uğruna şiir yazılan dondurucu ayazın.
Tüm grilerine inat kış elbisen, beyazın.
En uğrak yeri sonu gelmez kaldırımların.
Yazılmış son türküsü sazsız çalan ozanın.
Ah! Ankara.
Beyaz kağıtların unutulmuş kafiyesi

Ah! Ankara.
Bir gül açmıyor sinende.
Öylesine depresif ki bu grin
güller de ağlıyor Sinem de.
Gerçi Sinem hep ağlıyor be Ankara.
Ve Ankara bir gün sulamıyorsun
şu sokak çocuklarının çatlak ellerini.
Ah! Ankara.
Sulak ülkemin kurutulmuş başkenti.

Ah! Ankara.
Neler gizli gri ormanlarında?
Şu sokaklarını "sağ"lı "sol"lu boyayanlar,
Kızılayın ortasındaki kırmızı kırmızı adamlar da kim?
Kimler oturdu yine baş köşene senin?
Ah! Ankara.
Koltuk sevdalarının vazgeçilmez şehri.

Ah! Ankara.
Ne de parlak arabalarının camları.
Kırmızı ışıkların ne kadar da umut dolu.
Elli kuruşluk mendillerin yine kimlerin elinde?
Kara kara çocuklar mı yine kaderlerine kilit vurduğun,
Kederlerine ortak olduğun.
Sahi bu çocukların yüzü neden hep kara be Ankara?
Ah! Ankara.
Bir sokak çocuğunun tertemiz mendili.

Ah! Ankara ah bir gün de titretmesen diyorum içimi,
Bir gün de bağırmasan suratıma ayazın çıktığı kadar.
Bir gün Ankara bir gün...

Bir Ğarip Yazı

Bugün eski dostların defterlerini karıştırırken,
Yüzüne rastladım bir paragrafta.
Sahi eskiden olsa,
Hüzüne rastladım derdim.
Öylesine silinmiş ki izin,
Güllerin öylesine sönmüş,
Günlerin öylesine dünmüş ki,
Göz dahi gezdirmedim cümlende.
Zaten çoktandır koymuştum noktasını bendeki senin,
Virgül atıp bir nefesle devam etmek yakışmazdı artık.
İlk okulda "okunmayan harf" olarak ezberlediğim "yumuşak g" lere benzedin aslında biraz.
Öylesine "g" doluyken,
Öylesine Gönlümdeyken
öylesine Giz olmuşken,
Gam olmuşken,
Gem olmuşken,
Limana hiç yanaşmamış o rotası, yolu meçhul Gemisi senken hayatımın,
Bir anda "ğ" olmuşsun.
Okunmuyorsun artık,
Adınla başlayamıyor hiç bir kelime,
Kitap yazabilecekken simana,
Oturup da iki kelam edilemiyor üzerine.
Gereksiz yere koyulmuş bir harfi gibisin alfabenin.
Bir daĞ Gölgesinden bahsedilmiyor seninle başlayan yazılarda,
Olsa olsa daĞlar denilebiliyor, Gölgesiz Gönülsüz daĞlar.
Arada bir yumuşatıyorsun sivri kalemimin kurşununu o kadar.

Yanlış anlamayın bu yazıyı bir "ğ" kalbime deyip yumuşattığı için yazmıyorum.
"G" lere övgü olsun yahut utansın "ğ" ler diye de yazmıyorum.
Yazacak bir şey bulamadım belki,
Yahut belki de çocukluğum geldi aklıma,
"Ğ" lere "g" dediğim zamanlar,
Sol yanım "agrırken" ki zamanlar hafızamı kurcaladı belki de.
Yahut paragraftaki düşüncenin akışını böylesine bozan cümlelerden konuşmak hoşuma gidiyor belki.
Kaç kere söyledim size,
Nedenini bilmem diye,
Siz bilmezsiniz ben de bilmem,
Arada bir yumuşayan kalemimin,
Simsiyah kurşunu bilir...

1 Ocak 2016 Cuma

Gözü yaşlı sözlerin

Ne vakit bir köşeye çöksem yahut yalnız kalsam bir yerlerde
Ağladığım geceler geliyor aklıma,
Hayal kırıklıkları,
Kalp kırıkları,
Tüm çatlakları, tüm patlakları hayatın
Devam filmleri misali geçiyor gözlerimden.
Gözlerimse ancak bir kaç ciltlik kitaplarda verilebilecek duyguların esaretinde yaşlanıyor çaresiz.
Gözlerim yaşlanıyor,
Sözlerim yaşlanıyor,
Ben yaşlanıyorum sonra.
Bir yaşıma daha giriyorum şaşkınlıktan.
Hatalarım canlanıyor hafızamda,
Can çekişen doğrularımsa bir türlü çıkaramıyorlar kafalarını gömüldükleri karanlıktan.
Girdiğim her yaşta yeni günler,
Döktüğüm her yaşta yeni güller canlanıyor.
Ve her canlanmamda yeni doğmuş bir bebek gibi bir kez daha ağlıyorum ben,
Kar beyazı gömleğim ıslanıyor göz yaşlarımla.
Yüzüme bıraktığı ıslaklıksa yine yüzümde kuruyor.
Günahlarımla ıslanıyorum,
Her nisan yağmurunda biraz daha ıslanıyorum,
Nisanları özlüyorum,
Mevsimleri ayları gözlüyorum,
Her nisanda biraz daha özlüyorum,
Tutsak kalan heceleri her nisan biraz daha sözlüyorum,
Yağmur damlalarına karışsın diye gözyaşım,
Ben her yaz, her kış, nisanları bekliyorum,
İnsanları bekliyorum,