31 Ağustos 2015 Pazartesi

Biraz birazım her şeyden...

Her seyin birazı iyidir, nefretin bile. Biraz önyargı mesela temkinli yaklaşmanızı sağlar sağı solu belli olmayan biz insanoğluna. Yahut biraz sevgi koysanız her dostunuzun kalbine daha uzun ömürlü olur dostluklarınız. Şu her gün fikir değiştiren doktorların tek sabit fikrine dayanarak soylemek gerekirse biraz tuz iyidir mesela her yemeğe. Sevmek, sevmek dahi birazdan öte gitmemelidir sıkılmadan sıkarsınız yoksa. Ben mesela biraz birazım her şeyden, dün biraz ney çaldım mesela yarın belki tenis raketlerine sarılır parmaklarım yahut kalem tutar kim bilebilir ki. Biraz olmasa da olur diyebileceğim tek şey çaydır, zira bir bardak çayın çözebildiği şeyler üç beş küp şekerden çok daha fazlasıdır. Yazmanın dahi birazı makbuldür çok yazmak sıkar, yazmamaksa delirtir biraz.
Biraz uykulu bir ruh hali ile gecenin biraz geç saatlerinde yazılan bir yazıya göre biraz uzun bile olmuş olabilir. Iyi geceler, biraz değil baya iyi geceler...

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Mutlu Son

Bunca yazı yazdım sebepsiz.
Silmek, bakıp da gülebilmektir.
Unutmaya çalışmak gereksiz.
Maharet, güzel hatırlayabilmektir.

Hayatı zindan etmek nedensiz.
Sevmek, sebepsiz gülebilmektir.
Gereksiz artık ölmek kefensiz,
Yaşamak, bunu fark edebilmektir.

Zindandan kalbine mektup

Bağlılıktan değil ahdıma,
Benim yeminim tek sözlük.
Kin tutmuyorum yağmura,
Sırılsıklamım, bir közlük.

Kızmıyorum gün ışığına,
Gözlerine bakmamak, körlük.
Gardiyana aşık bir mahkuma,
Ne demek ki özgürlük.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

İyileşmiyor

Bir damla versen bana deniz olur umudum
Yahut sen mavi giyin ben denizi unuturum
Bir hayat verdim sana ki son nefesin de olurdum.
Üfle ruhuma yak, iyileşmiyor.

Deniz dediğime bakma gözlerindi huzurum.
Ama artık ne huzur beni ne de ben huzuru bulurum.
Sana da başkasına da yetmez bitirdiğin gururum
Aç ruhumu bak iyileşmiyor.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Unutmak Zor

Ve ben hala döktüğüm her göz yaşında senden alıyorum intikamımı, kime yeltense kalbim hala seni aldatıyor sanki, nerde bir sarılık görsem saçlarının seyrine dalıyormuşum gibi oluyor. Hala sen kokuyor çiçeğin her kış bulansa da bembeyaz örtülere, hala sen. Ama sen nereden bileceksin ki?
Bu kadar zor muydu bir hikayeyi unutmak? Annemin çocukken anlattığı hikayeleri unuttum mesela ben, sahi hansel miydi kız olanın adı gratel mi? Ne renkti kırmızı başlıklı kızın paltosu? İddia ediyorum kurdun kırmızı başlıklı kızın büyükannesinin yediğini hatırlayanların sayısı, köylülerin kurdu öldürdüğünü hatırlayanlardan fazladır. Keşke kederler de sevinçler kadar çabuk unutulsaydı. Keşke bazı çiçekler, diğerlerinden daha kolay solsaydı. Keşke bazı hikayeler diğerlerinden daha mutlu son bulsaydı. Yahut keske hayat dedikleri, bir masalda yaşarmışçasına kolay olsaydı.
Keşkelerle geçiyor hayat iste en çok da bu keşkeleri unutmak istiyorum oturduğum tozlu kafelerde.
Peki nedir unutmak? Bir bombanın türkiyenin dört bir yanını patlattıgını üc gün sonra gazetelerin son sayfalarında görememek ve giden canları bir kaç sayısal değer haline getirip hafızalardan yavaş yavaş silmek kadar kalleş ve ruhsuz bir şey mi unutmak? Yoksa bir annenin doğum sırasında çektiği acının çocuğunu kucağına aldığında mutluluğa dönüşmesi kadar güzel bir şey mi unutmak.
Belki de unuttuğumuzu iddia ettiğimiz şeyler kendimizden dahi sakladığımız sırlardan ibarettir.
Kim ne derse desin, unutmak insan oğluna verilmiş en büyük nimettir...

20 Ağustos 2015 Perşembe

Gün Batımı

Özledim yine. Nedendir bilmiyorum, bir göktaşı düştü sanki gezegeninden dünyama. Oysa ki kayan yıldızlarda bulurduk biz huzuru, gerçekleşmeyeceğini bilsek de dilek tutmuş olmanın verdiği mutlulukla. Ne zaman ki çıksa hasretin atmosferimden siman gülümsedi bana, yüzüne benzeyen bir yıldız parladı ve üzerime düşürdü ışığının tüm maviliğini yine seni andı tüm toprağım, tüm ayçiçekleri döndü yüzünü güneşten ve daha parlak görmüş olcacaklar ki uzakta parıldayan ışığa baktılar. Güzelliğin bazen tabiatı dahi şaşırtıyor. En iyisi hiç görmemek diyorum bazen yüzünü, bazense işitmemeye dayanamiyorum sözünü ve bir tek ben biliyorum soğuk kış gecelerinde sensizliğin verdiği hüznü.
Bazen yüzüne bakıp diyebiliyorum kendime ulan harbiden unutmuşum, sonra, sonra gülüyorsun geçiyor iste. Dedim ya bir dünyayım ben ve bir küçük ışığa ihtiyaç duyuyorum bazen yörüngemden çıkmamak için. Sahi ne olurdu çıksam? Her gün rutine bağlamış olduğum dönüşümden vazgeçsem ne olurdu? Belki sular altında kalırdı dünyam yahut belki karalar bağlardı her yanım. Kelebeklerimin ömrü bir kaç sene olurdu belki, belki de kelebek kalmazdı dünyamda kim bilir. Kısacası bir bilinmezliğe sürüklenirdim yokluğunda. Yada ne bileyim bir şeyler eksik olurdu işte, bir şeyler eksik kalırdı.
Gün batımı gibi bir şeysin sen be, arada bir görmek iyi geliyor...

Hala çok güzel

Yeni dikilmiş bir fidanın can suyunu beklemesi gibi bir muhtaçlıkla bekliyorum seni, bir anka kuşunun küllerinin yeniden doğuş yuvası olduğunu bildigimden bekliyorum seni, bir çöl mecnunu misali acılarımla bekliyorum seni ama olsun hala çok guzel beklemek seni, hala çok guzel son demlerini yaşamak umutlanmanın ve beyhude bir çabasına daha girismek bunu anlatmanın...

18 Ağustos 2015 Salı

Geçmiş bir düş yahut gelecekten bir kesit

Bir tren garında eli havada kalmış yaşlı bir amca gördüm düşlerimde, gelen her tren sesinde zaten yılların yorgunluğunu yaşayan kalbi teklemeli oluyor, ne zaman acı bir fren sesi duysa tren farlarının soluk hüznü düşüyordu sanki yüzüne. Inen her yolcunun gözlerinde birini arıyor gibiydi, gördüğü her mavi hüznünü katliyordu sanki. Zorlanmasına rağmen attığı her adımda yoktu bir bastonu, bos bırakmış ellerini, son nefesinde ellerini tutcak kişiyi beklermişçesine boş bırakmış. Hala kestirememiştim hayatını adadığı şey tren rayları mıydı? Yoksa bu raylardan gelecek bir küçük umut muydu? Ruhundaki karmaşadan etrafındaki kalabalığın yanından geçip gittiğini görmüyor gibiydi. Saçları çoğu yaşıtına nazaran daha siyahtı hatta dökülmemişti bile, hala kurduğu düşler kadar tazeydi belki de.
Trenler gecti gitti amcanın yanından, amca bıkmadan bekledi orda günlerce sonra bir adam yaklaştı amcanın yanına usulca bir şeyler söyledi amcanın umut dolu yüzü bir anda düştü, simsiyah saçları beyaza bulandı, yavaşça eğilip daha önce fark edemediğim bankın üstünde duran ahşap bastonunu aldı. Bir anda yılların yorgunluğu düştü üzerine ve usulca çıktı tren garından. Amcanın peşinden koşup o adamın ona ne söylediğini sordum, ciğerlerinden çıkardığı belli belirsiz bir ahın ardından titrek bir sesle "onun treni kalkali elli yil olmus yavrum" diyebildi. Ardından bastonu düştü elinden, yıllardır gözlerini kırpmadan izlediği tren raylarına son bir bakış attı ve indirdi perdelerini gözlerinin. Beklemiş olmanın verdiği mutlulukla son bir kez gülümsedi gökyüzüne. Ve gecikmiş bir son daha buldu sahibini...

Mısraların Heceleri

Gitar tellerinin arasına dalıp gitmiş aklım,
Tam da böyle zamanlarda bulunmaz ne gizlim ne de saklım.
Öylesine savunmasızımdır ki bazı notalarda.
Sayelerinde, acının her zerresini tattım.

Huzur vermez bir sarı saç tellerine asılmış umudum.
Bir de bir çift mavilikte kaybolmuş gitmiş gururum.
Huzur bazen bomboş kağıtlarda, geceleri.
Bazense yeterli değil mısraların heceleri.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Aşık mıyız be?

Bazen, bazen tek bir anı bile yetiyor hüzünlenmek için biliyor musun? Öyle hayatının en mutlu anında belki de bir anda aklına dusen küçük bir gülümseme yada ne biliyim bir sarkida bulduğun küçük bir söz yahut nota geliyor öyle oturuyor keyfinin ortasına. Sonra bir anda değişiyor tüm ruh halin, evet tıpkı onun için değiştirmeyi göze aldığın karakterin gibi bütün ruhun değişiyor.
Bir insana böylesine bağlanmış olmak dogru mu bilmiyorum yani her gördüğün manzarada onun yüzünü aramak, sinek ölülerinden loşlaşmış bir sokak lambasının altında seçemediğin her yüze onunmuşçasına heyecanlanmak, tıpkı sana inanmadığı gibi kurduğun tüm hayallerin silinip gideceği gerçeğine inanamamak, seni sevmeyen birini sevmek ve bunu ona söylemiş olmak ne kadar doğru?
Yahut hangimiz ne kadar dogruyuz ki? Hangimiz yanlışız ki? Etrafima farklı bir pencereden bakınca fark ediyorum bazen, hangimiz yanmamışız ki? Sahi başlık parası toplamak için 40 derece sıcağın altında gecesini gunduzune katan köylü bir genç kadar yanmış mıyızdır? Yahut kendisini aşkı karşısında fuzuli goren bir mecnun kadar aşık mıyızdır? Aşkımıza sadık mıyızdır? Ki sanırım son yazdığım olabilirite, sadığımıza aşık olmamız ihtimalinden yüksektir .
Biliyorum, yine konudan konuya atladım. Ne yapayım öyle tek bir yazida anlatilacak gibi de degil ki seninkisi. Yani bu bahsettiğim şeyler çok başka, kulak ver, öyle herkes cesaret edemez yazmaya ve aşka.
Benim dahi şüphem var "ulan birinden biri olmadı herhalde"...

14 Ağustos 2015 Cuma

Beklemek Üzerine

Not: yazıyı okumaya baslamadan once https://youtu.be/v7fuE6pJj_8 linkindeki müzigi açarsanız yazının hissiyatını anlayabilirsiniz.
Beklemek, en zor halidir yaşamanın. Hoş buna yaşamak denirse. Böyle bekledikçe bekleyesin gelir bazen bazen de bunalırsın. Kimi zaman umut olur bekleyeni ayakta tutan, kimi zaman da vazgecerse beklediği onca zamanın boşa gidecek olduğunu bilmesi. Gerçekten de öyledir çünkü, sanki bırakmanı beklermişçesine karda saklanan bir çiçeğin bir anda günyüzüne çıkması misali (ki ismine luzum yoktur bu çiçeğin) yüzüne çarparlar yüreksizliğini, on hatta belki yirmi katı şiddetinde denize karşı her akşam salladığın elinin.
Bak ne guzel demiş Asaf "Gelecekse beklenen, beklemek guzeldir"
Aslında hepimiz bir şeyler bekleriz; hayattan, hayalden, bazen bir şahıstan bile.
Benim hic bekleyenim olmadı, yahut olduysa da bilmiyorum bu yüzden size beklenen olmaktan bahsedemeyeceğim ama beklemek faslından saatlerce söz edebilirim hatta kim bilir belki de beklemek dahi zaman zaman beni anıyordur.
Yaa öyle iste sevgili okur herkes beklermiş biraz, ben de bekledim. Neden, ne zaman, ne kadar demeden sadece bekledim. Hem öyle Asaf gibi gelip gelmeyeceğini de bilmeden bekledim. Sadece, neden diye sormama gerek bırakmayan tek nedenden bekledim.
Aslında her seyi bekledim ben belki de sırf bu yuzden kaybettim beklenenleri. Gariptir, şuan bile eski leyla ile mecnun bölümlerine bakarken buldugum iki dakikalık bir fon müziğinden başa sara sara ilham getirmesini bekliyorum.
Ee ben de böyleyim iste her beklenen gibi, ilhamın da tadını kaçırıyorum zaman zaman.
Çok mu konuştum ben yine?
Aman ya bırakın yazayım okumayacağınızı bilsem de bir kalabaliga yazarmışçasına yazayım, zira sıktı artık beklemek.
"Ee ne diyorduk?"
"Hah, gözler."
"Öyle değil miydi yoksa?"
Sanırım beklemek kafamı karıştırdı.
Zaten ne zaman bir şeylerden bahsetsem gozleri geliyor aklıma.
Her neyse gözü, sözü bir tarafa bırakın da sahi neydi beklemek. Gercekten de 'üç babalar' diye tabir edilen sanatçılardan birinin yazdığı bir şarkıda gectigi gibi ibadet miydi? Yoksa bu sözler hayatını beklemeye adamış bir insanın avunuşundan mı ibaret.
Delirtiyor insanı bazı sorular. Tıpkı beklemek gibi. Sahi hayattan beklemek eylemini silsek çok daha yaşanılası olacak aslında.
Yanlış anlamayın burda bir yazıda ne kadar çok beklemek kelimesi gecebilir diye bir test yapmiyorum, sadece bir süre sonra anlatmak istiyo insan.
İzninizle "Beklemek" ile başladığım yazımı yine "Beklemek" ile bitirmek istiyorum. Zira kimisi için en büyük sondur
Beklemek...

2 Ağustos 2015 Pazar

Talaş Parçaları

Hani boyle tahtadan söktüğün bir çivinin yerine tahta koyamıyorsunya tekrar öyle bir şey. Sonra başka civilerle doldurmaya çalışıyorsun o boşluğu ve afalliyorsun üç yıl sevmis olmanin verdiği yorgunlukla.
Sonra bir bakmışsın hayatta kalan senin bir avuç umuttan farkı kalmamış.
Sonra bir bakmışsın elinde kalan şeyin bir avuç talaştan farkı kalmamış.
Bir bakmışsın bakamaz olmuşsun ellerine...
Çünkü sevdim mi, böyle ömürlük sevmeli insan...

Yalnız bir kuldan yalnızlık üzerine

Yalnızlardan kaçanlardır mahkumları yalnızlığın.
Yalnız olana varmalı ki son bulsun o yalnızlığın.
Sitemkarlık halindendir şu ebedi bahtsızlığın
Unutma ki Yalnız "O", tek sahibi yalnızlığın

Tek Sorun Sensin

Kim bilir belki de tek sorun sen onu sevdikce başka birine dönüşüyor olmasıdır. Belki de tek sorun bir gulusuyle tüm vucudunu atesin sarmasidir.
Belki de tek sorun onu oldugu gibi gormemis olmandir, senin icin oylesine tersken alabildiğine sana benzemesi korkutmustur seni.
Sorun, ona muzik dinlerken fazla bakmis olmandir.
Yuzunden zamansiz ve yersiz dusen her damlada onun yuzunu aramandir, her sozuyle oldururken o seni, her sozunde umut aramandır, yada ne bileyim hayati onu sevmeden yasama dusuncesinin sana verdigi sacmalik duygusudur sorun.
Tek sorun ona soylemis olmandir.
Sahi belki de, tek sorun; "seviyor musun" olmaliydi ne gerek var ki boyle şaşalı laflara felan.
Ha bir de bir sorun var senin hep kafanin icinde yankiliyorsun en kotusu de o
"Başka turlu olsa sever miydi ki ???"

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Zulüm Uykusu

Uyandım...
Niye uyudum ki sanki.
Ne guzel geçiyordu hayat sollarla sağlarla.
Bir fark var mı diye bakındım biraz sokaklara.
Yok.
Yine genç kanı süzülüyor yollarda.
Neden hep ölüm?
Sahi yok mu bundan kurtuluş?
Gerçekten de dedikleri gibi kurtulus sadece bir mahalle adımı başkentin?
Hic bir sey mi değişmedi be?
Peki ya hayallerini kurduğumuz o Bahçeli Evler?..
Anladım...
Tüm hayalleri mahalle yapmış bunlar?
Peki ne değişti ulan bu zamana kadar?
Boşuna mı uyuduk 40 yildir?
Ne gelişti bu zamana?
Dökülen bilmem kac kilometre asfalt mi gelisim?
Sahi tayini ciktigi halde doğudan gidemeyen ve şehit olan bir astsubayin bahti kadar karamidir o asfalt?
Peki o başa gelenler, her gununun on saatini kahvede çay icmekle geciren bağkur emeklisi amca kadar düşünüyorlar mi ne olacak bu memleketin hali diye?
Hirsizi polisle, dindari arsizla karıştıran. Şu çerez almalık kağıtlara boyun eğenler 3.havalimanından kalkacak uçaklarla mı geçecek sırat koprusunden?
Hüküm verene zulmeden, birbirini serbest birakan hakimler zinciri olusturan bu ülke nasil oldu da en hakimi unuttu?
Her kurte terorist diyen şu fasistlerin kaçı daha turk yaftaladiklarindan?
Ulan bizim zamanimiz da dusman bile mert olur du baksana milletin dost dediği kervan dahi namert kaynamis.
Birakin beni ben bir 20 yil daha uyuyum.
Zaten kaç adam kalmış şu halkta benden daha ayık...