5 Kasım 2017 Pazar

Bir Seferlik Düş

Ucu Ankaraya varan her rayda hızlanıyor kalbim. İlk ben görmek istediğimden şehri, hep cam kenarı oluyor yolculuklarım. Bir zaman makinasına dönüşüyor trenin takırtılı tekerlek sesleri, geçmişimle yüzleştiğim tatlı melodiler haline geliyor. İlerisi hep korkutuyor beni, bir hayal dünyasına dalıyorum kafamı tren camının garantisine alıp. Tak tak taktak... Tak tak taktak... Garip bir şehirdeyim gelecek kaygısıyla daldığım bu düşte bir adım atmaya dahi korkuyorum ileri. Kimsenin bana psikolojik bir teşhis koyamıycağını düşündüğüm boş sokaklarda geri geri yürümekte buluyorum huzuru. Arkama bakmadan yaşarken hayatı sırt çevirdiğim yerin geleceğim olduğunu farkediyorum. Ya bi taş varsa yolda diyorum, hemen dönüyorum tekrar yüzümü yola. Sonra tekrar anımsıyorum geçmişi tekrar dönüyorum, ve bir endişe daha düşüyor içime ve tekrar dönüyorum ve tekrar ve tekrar. Bir meczup misali döne döne yürürken buluyorum kendimi bu boş sokağın ortasında.  Neden sonra, olduğum yerde durduruyorum kendimi, bir sigara dumanı iyi geliyor baş dönmesine. Derin bir boşluğun içinde düşünmeye başlıyorum düşümde ve bir zaman sonra kaldırıyorum kafamı... Bekleyin bir saniye... Ne taraftan geldim? Nereye gidiyordum ki? En son kaybolduğumda 5 yaşında supermarkette annemin elini bırakmıştım. Yine kayboldum işte, ama bu elimden geçmemiş iz annemin ellerine pek benzemiyor...
Aman be neden kaybolayım ki, neden düzünü bulayım her şeyi ters giden bu dünyanın? Bir kez olsun o düzlük beni bulamaz mı?
Bu derin sorularla otururken kaldırımda sokak loşlaşıyor lambalar yanıp sönmeye başlıyor, hafif hafif savrulmaya başlıyorum sağa sola ve bir Ankara manzarasına açılıyor gözlerim. Tak tak taktak... Tak tak taktak...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder